Arap edebiyatı, M.S 5. yüzyılın sonlarına doğru Kuzeydoğu Arabistan ve Fırat boylarında, yapıtları oldukça yaygın parçalar halinde geride kalan bir şairler ekolünün ortaya çıkışıyla başlar. Bu şairler ekolonün ikinci kuşağı (en önemli temsilcisi İmru’u’l-Kays'tır ). Teknik ve sanat bakımından şiir metotlarını mükemmelliğin en üst düzeyine çıkarmıştır.
Teknik bakımından kaside ( çogulu , Kasâ’id , halk dili Kasid ) diye adlandırılan bu şiirler, daha sonraki Arap şairleri tarafından model ve standart olarak alınmıştır. Bu kuşak şairlerinin şiirleri, hemen hemen istisnasız, konuların ele alınış biçimleri ve içerik yönünden bazı değişmelerle birlikte aynı yapıda yazılmıştır. Bu ekolün ürünleri, Arap yarımadasında, Suriye ve Mezopotamya'nın Arap yerleşim bölgelerinde büyük bir hızla yayılmış, buralarda pek çok taklitçiler ve uygulayıcılar bulmuş, bazı yerlerde bölgesel ekollerin doğmasına neden olmuştur.
Bu dönemin şiir ürünü olan kasidenin öncesi veya genel olarak Arap şiirinin ilk örnekleri kaybolmuş olduğundan, kasideye gelinceye kadarki Arap şiirinin geçirdiği evreleri incelemek mümkün olamamaktadır. Ancak şiirin Arap toplumundaki önemi, kasidelerin mükemmel bir dil ve sanat özelliği göstermeleri, kasideden önce bu şairlere yol gösterecek, ürünlerini mükemmel bir şekilde ortaya koymalarına yardımcı olacak bir geçmişin olduğu varsayımını ortaya koymaktadır.
Cahiliye çağında şiir, Arapların sosyal yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Eski Arap dilbilginleri ve yazarlar, isim olarak şiirin ve ism -i fail yapısında olan Şâ‘ir 'in , "seziş, sezgiyle bilme" anlamında " Şa‘ara " fiilinden türediğini söylemişlerdir. Şa‘ara fiili normal insanların bilemeyeceği bir şeyin farkına varmak, görünmeyen alem, gayb konusunda bilgi sahibi olmaktır.
Şair, bu bilgilerini kişisel yeteneği sayesinde değil, Cinn denen tabiatüstü bir varlıkla içsel ilişki kurarak alır. Böylece cinn , şaire geçici bir süre sahip olup, onun ağzından beyitler, söyler ve bu sözlere sihirli sözler olarak bakılırdı. Kaynaklara göre, al- Hutay'a'nın böyle bir cinni vardı. al- Farazdak da gerektiği zaman cinni ile telakkide bulunuyordu. Kuseyyir , bir yolculuğunda yanına gelen ve kendisinin karini olduğunu söyleyen bir cinn vasıtasıyla şiir söylediğini anlatmıştır. Böylece eski şair, ilham kaynağını, irtibat halinde bulunduğu bir cinn ile, bu dünyanın ötesinde sihirli bir aleme bağlıyor, dolayısıyla kendisi de tabiatüstü bir güçle donanıyordu.
Bu düşüncenin hakim olduğu Cahiliye Arapları yanında şiir, hayatlarının önemli bir parçası, zor durumlarda ve savaşlarda güçlü bir silahtır. Bir kabilenin şairinin diğer bir kabilenin şairini şiiriyle yenmesi, şairi galip gelen kabilenin zaferi anlamına geliyor ve bu durumlarda kabilede bayram ilan ediliyordu, bu yüzden Cahiliye Arapları şiir söylemeye büyük değer vermiş, çocuklarını da şiir söylemeye teşvik etmiş ve onlara ezberletmişlerdir.
Kabilede yeni bir şair yetiştiğinde büyük bir sevinç duyulur, diğer kabileler o kabileyi tebrike giderlerdi. Deliler ve hırsızların bile şiir söylediği Cahiliyye çağında Araplar, şairlerin birbirlerinden üstünlüklerini araştırmak için şiir meclisleri kurar, şairler bu meclislerde şiirlerini okurlardı.
Kureyş'in orta Arabistan’da egemen bir durumda oluşu, o çağın fikir ürünlerinin Kureyş lehçesiyle yazılmasını gerektirmekteydi, şairler, bir tür edebî topluluklar meclisler- niteliğinde olan bu panayırlardaki yarışmalarda şiirlerini okurken, bu hakim zümrenin lehçesiyle konuşmaya dikkat ediyorlardı Böylece, daha o çağda Kureyş dili, bir kültür dili olarak ortaya çıkmıştır.
Cahiliyye ق iirinin Anlatm Biçimi Ukaz panayırında yapılan şiir yarışmaları sonucunda, bugün MUALLAKALAR diye bildiğimiz kasideler ortaya çıkmıştır. Bu yarışmalarda bir hakem bulunurdu ve beğenilen şiirler Kabe'nin duvarlarına asılırdı. Bu şiirlere muallakat denmesinin, Kabe'nin duvarlarına asılması yüzünden olduğu rivayet edilir. Muallakaların yedi tane olduğu kabul edilir. Bazı kaynaklar bunu sekiz ve dokuza çıkarırlar. On tane olduğunu kabul edenler de vardır. Bunlar: İmru'u’l-Kays , Tarafa b. al-‘ Abd , Zuhayr b. Ebî Sulma , Lebid b. Rabî‘a , ‘ Amr b. Kulsum, ‘ Antara b. Şeddad , al- A'şâ , en- Nâbiga az- Zubyânî , al-Haris b. Hilliza , Ubayd b. al- Abras'tır .
Cahiliye çağında görülen şiir tipi kasidedir. Bu devirde şiirde tek bir form kullanılmıştır. Bu klasik kasidenin en büyük özelligi , çeşitli konuları yirmi- yirmibeş ile yüzon beyit arasında belirli bir kafiye ve vezin içinde işlemesidir. Matla beyitiyle başlayan bir gazel kısmından sonra (buna nesib adı verilir. Burada genellikle terkedilen diyarlar karşısında durup ağlamak ve hislerini ifade etmek yer alır) bir tasvir kısmı, ondan sonra da şairin kasidesini yazmaya sebep olan asıl kısım gelir. Bu da yerine göre ya methiye-övgü, ya fahriye-övünme, ya da hicviye-yergi, veya hameset -kahramanlığıyla övünme olabilmektedir. Cahiliye çağında aruz vezinlerinin hemen hemen tümü kullanılmıştır. Kafiye bakımından da da bu şiirler çok gelişmiş durumdaydılar.
Cahiliyye çağı şiirinin bu olgunluğa erişmesi için geçirmiş olduğu evreleri aydınlatmak pek mümkün olamamıştır. Ancak, kasideden önce var olduğunu bildiğimiz recez türü şiirin, kasideye bir basamak teşkil ettiği bilinmektedir. Recez , cahiliye çağında görülen bir şiir türü olup, konu bütünlüğü göstermektedir. Kısa olup tek mısralar halindedir, beyitler halinde değildir. Bu çağa ait pek az recez muhafaza edilebilmiştir. Recez'i kaside şekline sokan şair al- Agleb b. Cuşâm al- Icli (ö. 641) olmuştur. Bu tip recezlere urcuza adı verilmiştir.
Eski yazarlar, şairleri, birbirlerini izleyen devirlere göre, tabaka dediğimiz bölümlere ayırmışlardır. Böyle bir sınıflandırma, şiirde kaydedilen aşamaları, şiiri etkileyen kültürleri ve olayları kolayca görebilmekle olduğu kadar, dil ve edebiyat çalışmalarıyla da yakından ilgilidir. Fasih Arapça'nın kurallarını saptayan ve dil hazinesini toplayan dil bilginleri, eski dilsel malzemeyi değerlendirip ondan yararlanırken bu tabakalara bir takım değerler vermişler ve bu değerleri çalışmalarında ölçüt olarak kullanmışlardır. Her biri kendi devrine dayanan ve kendi içeresinde de kuşak kuşak dallara ayrılan ana tabakalar şunlardır:
1) Cahiliyyûn : Cahiliye döneminde, yani İslam döneminden önce yaşamış olan şairlerdir. 2) Muhadramûn : Cahiliye çağının son zamanlarıyla, İslami dönemin ilk zamanlarında yaşamış olan şairlerdir. 3) İslamiyyûn , ya da Mutekaddimûn : İslami dönemde yaşamış olan şairlerdir. 4) Muvelledûn ya da Muhdasûn : Islamiyyûn grubuna giren şairlerin dışında kalan, bunlardan sonra yaşamış olan şairlerdir.