NİYAZİ AKINCIOĞLU, HAYATI, ŞİİRLERİ, HAKKINDA YAZILMIŞ MAKALELER..

siirparki 7 views 83 slides Oct 27, 2025
Slide 1
Slide 1 of 83
Slide 1
1
Slide 2
2
Slide 3
3
Slide 4
4
Slide 5
5
Slide 6
6
Slide 7
7
Slide 8
8
Slide 9
9
Slide 10
10
Slide 11
11
Slide 12
12
Slide 13
13
Slide 14
14
Slide 15
15
Slide 16
16
Slide 17
17
Slide 18
18
Slide 19
19
Slide 20
20
Slide 21
21
Slide 22
22
Slide 23
23
Slide 24
24
Slide 25
25
Slide 26
26
Slide 27
27
Slide 28
28
Slide 29
29
Slide 30
30
Slide 31
31
Slide 32
32
Slide 33
33
Slide 34
34
Slide 35
35
Slide 36
36
Slide 37
37
Slide 38
38
Slide 39
39
Slide 40
40
Slide 41
41
Slide 42
42
Slide 43
43
Slide 44
44
Slide 45
45
Slide 46
46
Slide 47
47
Slide 48
48
Slide 49
49
Slide 50
50
Slide 51
51
Slide 52
52
Slide 53
53
Slide 54
54
Slide 55
55
Slide 56
56
Slide 57
57
Slide 58
58
Slide 59
59
Slide 60
60
Slide 61
61
Slide 62
62
Slide 63
63
Slide 64
64
Slide 65
65
Slide 66
66
Slide 67
67
Slide 68
68
Slide 69
69
Slide 70
70
Slide 71
71
Slide 72
72
Slide 73
73
Slide 74
74
Slide 75
75
Slide 76
76
Slide 77
77
Slide 78
78
Slide 79
79
Slide 80
80
Slide 81
81
Slide 82
82
Slide 83
83

About This Presentation

Niyazi Akıncıoğlu, hayatı, şiirleri, ona ithafen yazılmış şiir, sanat ve şiir anlayışı üzerine yazılmış makalelerden oluşan bir derleme


Slide Content

İÇİNDEKİLER
NİYAZİ AKINCIOĞLU KİMDİR? - 4
ŞİİRLERİ
Ajans - 6
Albatros - 8
Bursa - 9
Dilek - 12
Dünya'ya dair - 13
Düşman başına - 17
Edirne - 18
Hasbıhal - 21
Hasret - 25
Hürriyet kasidesi - 27
İçlenme - 29
İnsanlar var ki.. - 30
İtiraf-ı aşk - 32
Köroğlu - 34
Kuş kanadından - 36
Marko paşa - 38
Mutluca şiir - 39
Nağme - 41
Saklambaç - 43
Selam - 44
Sirkeci - 45
Tablo - 47
Umut - 48
Uzaktan sevgilerle - 50
Vatana ve gurbete dair - 52
Yağmur duası - 54
Yollar - 55
2

ONUN İÇİN
Masal gibi - 56
ONA DAİR
Akıncıoğlu Niyazi Bey - 57
M. Niyazi Akıncıoğlu'nun ardından - 66
M. Niyazi Akıncıoğlu'nun şairliği - 69
Umut Şiirleri - 77
Umut Şiirleri - 79
3

NİYAZİ AKINCIOĞLU KİMDİR?
1919 yılında Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi, Kurudere Köyü'nde dünyaya
gelen Niyazi Akıncıoğlu (tam adı Muharrem Niyazi Akıncıoğlu) orta
öğrenimini Edirne ve Bursa'da yaptı. Ardından İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kırklareli’nde serbest avukatlık yaptı. 1950
yılında Kepirtepe Köy Enstitüsü'nden bir grup arkadaşı ile birlikte, gizli
cemiyet kurduğu iddiasıyla ceza yasasının 142. maddesi uyarınca
yargılandı, iki yıl tutuklu kaldıktan sonra masum olduğu anlaşıldı ve
beraat etti.
16 yaşında şiir yazmağa başlayan Akıncıoğlu 1938 yılında ilk şiirlerini
Haykırışlar adlı kitapta topladı. Daha sonra Yürüyüş, Ses, Gün, Sokak,
Pazar Postası, Pınar, Yeryüzü, Meydan, Dost gibi dergilerde yayınlanan
şiirleri ile tanındı. Tutuklandıktan sonra içeride de şiir yazmaya devam
4

etti ancak cezaevinden çıktıktan sonra uzun bir süre sessiz kaldı,
yaşamını avukatlık yaparak sürdürdü. 1971 yılında şiirleri yeniden
dergilerde görülmeye başladı. Yağmur duası, Hasbihal, Hürriyet
Kasidesi bu döneme ait şiirleridir.
Şiirlerinde Divan ve Halk şiiri motiflerinden ustaca yararlanmasını bilen
şair, yaşadığı toplumsal ve siyasal ortamın etkilerini dile getirdi. Savaşa
ve sömürüye karşı, barış ve emekten yana duruşuyla 1940 kuşağı
toplumcu şairleri arasında kendine önemli bir yer edindi. Şiirlerinde
karamsarlığa yer vermemesi, geleceğe güvenle bakması, bir "umut şairi"
olarak tanınmasına neden oldu.
1 Şubat 1979 tarihinde Ankara SSK Dışkapı Hastanesi'nde yaşama veda
etti ve Kırklareli’nde toprağa verildi.
BAZI ESERLERİ:
Şiir:
Haykırışlar (1938)
Umut Şiirleri (1985, tüm şiirleri, ölümünden sonra)
5

ŞİİRLERİ
AJANS
Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."
Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.
Toprak gebeydi,
toprak çocukları: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
- buğday kokan avuçları kan içinde -
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.
Döğüştüler ve öldüler.
Sonra hürriyet
- yaralı ceylânlar gibi -
ve sulh
- anam sütü kadar helâl -
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.
Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!
Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir
6

ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalûbelâdanberi söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir Temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkı ile ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.
Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.
Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!
1943 (Umut Şiirleri)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Büyük Türk Şiiri Antolojisi 1, S 421-422
7

ALBATROS
Ben böyleyim işte
Çoğu mahzun, yanmış harman misali
Özrüm sorulmaya!
Unumu elemiş değilim ama
Eleğim asılı
Özrüm sorulmaya!
(1957)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi 1, S. 403
8

BURSA
Adını ilk defa
Yedibelâ Rasimin hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.
Bilek olursa
- Diyordu delikanlılar -
Nankör değildir Bursa hançerleri.
Ha!. demeye gör, dönmez geri.
Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.
Sonra büyüdüm,
Kartpostallarda resmini gördüm:
Gök mavi, zemin yeşildi.
Bir başka resimde:
Beş kurnalı şadırvan,
Şadırvan başında beş adam;
- Yeşil başlı ördekler gibi -
Beş yeşil sarıklı
Bursalı
Abdes alırken mürtesimdi. (*)
Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.
Nihayet devran
Yolumu Bursa'ya düşürdü.
Üç aziz bahar,
- Bütün mevsimler dahil -
Üç uzun yıl,
Bursa'dan gayri cümle dünyada
Beni nâmevcut okudular.
Ve ben mektebinde okudum.
9

Bir rivayete göre adam oldum.
Bir rivayete göre kayboldum.
İkisi de ayni kapıya çıkar,
Mesele değil.
Mesele şu ki
Bursa iyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
Bursa'da zaman,
"Billûr bir âvize" gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitmek haseti,
Yaşamak hasleti,
Dünya sevgisi;
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,
- Daha çok yatsı üstleri,
Yıldızlı gecelerde -
Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.
Zamanı evail kokuyor burcu burcu
Yaprak yaprak dökülüyor
İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.
Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;
Allahla konuşur müezzinleri,
Karşılıklı sâlâ verilir.
Bu saatte Bursa'dan
İki eli kanda olsa insan,
Koltuk değneklerini unutan,
Dost elini kaybeden âma;
Ve herkes
Kaçıp gitmelidir.
10

Her şeye rağmen dünyayı
Dünya bilmelidir.
Bursa iyi, Bursa güzel.
Eminim ki ben bâsübadelmevt
Orada olurdu:
Yalan yazmasa kitap
Yıkılmasaydı mihrap!..
1943
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
(*) Mürtesim: Görünür hale gelen
Büyük Türk Şiiri Antolojisi 1, S 422-424
11

DİLEK
Yâdellerde dostlar yaya kaldım ben
Şu yollar kolkola bağlaşır gider,
Yâdınız bir türlü düşmez dilimden,
Gözyaşım su gibi çağlaşır gider.
Burcu burcu tüter gözümde sıla,
Her geçen dakikam sığmaz bir yıla
Sularla dertleşir yana yakıla,
Şu gönlüm; gariptir ağlaşır gider.
Göz göz oldu yaram kanar saramam,
Dağları aşıp da ona varamam,
Hastayım kimseden şifa soramam,
Dertlerim tükenmez dağlaşır gider.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Dünden Bugüne Türk Şiiri IV, S. 58
12

DÜNYA'YA DAİR
I
İşte böyle bu dünya;
yarısından çoğu su,
yusyuvarlak, tostoparlak;
velakin yaşamak,
ne toprak, ne su;
yaşamak başka şey,
yaşamak güzel.
Masallarında şehzade,
denizlerinde kaptan;
rüyalarına sahip olabiliriz.
Gün-güneş cıvıl cıvıl,
karınca kaderinde;
nazar boncuğu bereketimizin,
masmavi bir gök yerliyerinde.
Kuşun haysiyeti başka,
bir başka baharın;
vaz gelip geçmek mümkün olmuyor,
cevrü cefasından, nazından yarin.
Su diyoruz akıyor,
sel olup umman olup;
acıksak, ekmek desek,
yürüyor orman olup;
başaklar üstümüze,
nasıl nankör geliriz;
nasıl inkar ederiz,
duracak gözümüze.

13

İşte ümit, işte arzu;
işte can, işte ecel;
kendine güven sade;
sev sevebildiğin kadar,
bil bilebildiğin kadar.
Miami'de mehtap toktur üç öğün,
işte boğaz, üstünde yerin, altında göğün;
işte beyaz yelkenli;
yükle düşünceni, yükle gemini;
Adalar, Çanakkale
ve sonra açık deniz.
Ve işte Bursa;
şeftali lezzeti, ayva sarısı;
Karabük, işte fırın, taze ekmek kokusu;
işte ümit, işte arzu.
İşte komşu kızı, işte baldızın;
kendine güven sade,
gönlün gani olsun, sevmek iste;
sev sevebildiğin kadar,
bil bilebildiğin kadar;
işte can, işte ecel;
meydan senindir kafadar,
ve dünya güzel.
Yarı ilah, tam insan;
ve rakipsiz saltanatında dünyamızın,
bizimdir dağlar, bizimdir ferman;
yeter ki ayrılmasın ayağımız topraktan.
(1. 10. 1945)
14

II.
Dağları var;
ardı arzu, ümit dolu;
kimlerle geçer bilinmez
üstlerinden samanyolu.
Dağların ardından Ay doğar,
Ay ışığında okunur
şeftali baharı mektuplar.
Şeftali baharı mektuplarda
öyle yazar ki, sevda:
"ağaçlar kalem olsa
ve deryalar mürekkep"
âteşinden katre kelâm olunmaz
Zülfü teliyle yazılır yârin
encâmı âşıkın, çâre bulunmaz.
Ol sebepten alınmıştır
onbeş sene zından göze;
ol sebepten söylenir
türküsü hapsanenin:
Yandan akar çeşme,
kan dolar gözler;
verem olunur.
Ve sonra kavuşmalar
rûzi mahşere kalır
Bu yüzden düşer dağlara yollar;
bu yüzden kâfir,
bu yüzden mümin,
şair olunur bu yüzden.
Dile gelir bağlamalar,
teller ses verir;
diyâr diyâr Hikâyeyi Kerem söylenir.
15

Otuziki diş pahasına Kerem,
- Âşık Kerem, Dede Kerem, Pîr Kerem -
Aslının dizinde yatar şâd olur
ve gurbet icad olur.
(Yeryüzü, 15.12.1951)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
I. Umut Şiirleri, S. 119-121
II. Umut Şiirleri, S. 130-131
16

DÜŞMAN BAŞINA
Helva demesini de biliriz,
halva demesini de;
mingayrihad biz de şairiz.
Vakıa asılmadı resmimiz
bir berber dükkanına bile,
ve anılmadı ismimiz
minnacık puntolarla olsun.
Ama biz, gene şairiz.
Dostu dost biliriz,
düşmanı düşman;
ve açıktır her zaman
kapılarımız ardına kadar.
Dostlar,
çarıklarını çıkarmadan
baş köşeye bağdaş kurup oturabilirler.
Bize mağripten gelirler,
maşrıktan gelirler.
Olmuşu dost ağzına ayvanın,
hamı düşman başına.
(Ali Tomrukçu - 48 Şair, 1944)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 113
17

EDİRNE
Bir yerde görürsen ki;
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne'desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
bir kavs-ı kuzahta (1) yürür gibi
köprülerdesin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istigna,(2) bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
"Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez"
Burda her şey
bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhat-di vatan.
Âşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
18

Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur, okur akar.
Ve bihaber Yıldırım'da, bir evcikte
- akan sudan, uçan kuştan -
yeşil dut yaprağında
ak bir ipek böceği,
ipeğini dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası'nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık'tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızısı bir caneriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.(3)
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
19

Neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle ferman etmiş eden.
söylemek kolay olsa eski türkümü:
"Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan"
Ayırdın hem anamdan, hem kardaştan.
1945 (Umut Şiirleri)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
(1) Kavs-ı kuzah: Gökkuşağı
(2) İstigna: büyüklük, kibir
(3) Murassa: Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş.
Büyük Türk Şiiri Antolojisi 1, S 424-426
20

HASBIHAL
I.
Yeşil değil rengi ümidin,
tomurcuk gül tak göğsüne.
Saçın uzun, aklın kısa sevdiğim;
yoksa mektup beklemezdin bir kuş ağzından.
Yol çekiyor benim de gözlerim,
özlüyorum; ama neyleyim:
Sen orada, ben burada.
Ve bir âşık türküsüdür halimiz:
Düşman olmuş durur dağlar arada.
Gün bitiyor, yol varmıyor:
bense yolcu doğmuşum.
Yolda yolcu, havada kuş aşkına
yol ver dedim, yol vermiyor dağlarım.
Saçlarını değilse de sevdiğim,
fotinimin çifte burma ipini
ben çözer, ben bağlarım.
Sulha selâm ede dursun mendilim,
bahar geldi kan-revan,
yaz gelecek kan-revan.
Bir değirmen gibi devran
can öğütür, kanla döner.
Kan tutuyor yine beni sevdiğim,
bir yerim var sarılıcak.
Demir külüng ile dehrin
dağları var yarılacak.
21

Şirin için değil, Ferhat değilim;
fakat Ferhat gibi elbet encamım.
Sebil oldum dağıt beni sevdiğim,
dağıt beni kekiğine, buğdayına toprağın.
(Yürüyüş, 29.5.1943)
II
Güneşin kaçıncı seyyaresinde
yaşadığımızı bilmen lâzım
Kilosu - hacmi bertaraf,
arzı - tulû bir taraf,
dünyamız yuvarlaktır:
Döner mihveri etrafında.
Dönüş istikametini bilmen lâzım,
Her şey devre göre ayarlanır:
Saatimiz, aşkımız, öğün vaktimiz.
Ve senin
saya saya eskittiğin
takvimin yaprakları;
takvim yapraklarında saklı
mesut günümüz,
sonra ömrümüz,
bu devre göre ayarlanır.
Bu devir zarfında
gün olur, akşam olur;
binlerce doğar, binlerce ölür.
Sen istersen ölenlere
bir o kadar ilâve et,
Ne sihirdir, ne kerâmet
belki el çabukluğu mârifet:
Yirminci asırda ölüm,
yaşamaktan daha kolay.
22

Bilmen lâzım;
gövem gözlüm, benim taşralı kızım:
Dağların hikmetini,
nadasın şehvetini;
kuşları, bulutları, akar suları.
Ve bir sığır vakti köyden
atsız - arabasız giden
ak torbalı çocukları.
Onlar... onları,
bir dünya, bir ümit gibi
dokuz ay, bunca gün
karnında taşıdı anaları.
Düzme ilâçlar içip tabip elinden
bir kenef kuburuna atmadı,
niçin?
Gazeteler niçin çıkar,
Öküzlerde işkembe,
Tavuklarda niçin kursak
Ve insanlarda niçin
körolası mide var?
Yar yoluna onbeş sene
niçin göze alınır?
Öğrenmelisin sevdiğim,
Ve peşinen bilmelisin:
Alın yazım benim
kurşun kalemle yazılmıştır.
Dilersem silerim, dilersem silmem.
Ben güneşin çocuğu, ben toprağın adamı
hatim indirmedim, âhiret bilmem;
toprak kabul etsin duamı.
23

İstemem dudakların
kan yalamış gibi rujlu,
ve yanakların paskalya yumurtası gibi,
ekmek kadar aziz olsun.
Fakat ellerin sıcak
Ve bir kalbin olsun
herkes gibi sol yanında.
- Fakat herkes gibi olma -
Ve kalbinde ben olayım.
Kalbin geniş, kalbin ferah,
yedi renkli Kavs-ı kuzah (*) gibi
yağmurlu günlerin bereketini
müjdeler olsun.
Ve kalbinde ben olayım:
Yeni doğmuş bir çocuk gibi
orak ayında.
Mavi boncuk tak saçıma
nazar değmesin.
Ve düşün sebebini
dünyaya gelişimin.
(Yürüyüş, Haziran-Temmuz 1943)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
(*) Kavs-ı kuzah: Gökkuşağı
Umut Şiirleri, S. 90-95
24

HASRET
Ben köyümün çocuğuydum,
Buğday kokardı ellerim.
Yarınlara doğru, mes'ut,
Başak başaktı günlerim.
Aşamazdı arzularım
Bir çitlenbik duvarını,
Ve arife günlerinde
Beklerdim ancak yarını.
Uzun kış gecelerinde
Masallar söylerdi ninem:
Az giderdik uz giderdik,
Dere-tepe düz giderdik.
En güzel rüyalarımda
Büyüyüp davar güderdim.
Kaç gece böyle rüyamda
Kuzuları kurda verdim.
Evimiz nasıl yüksekti,
Ne büyüktü pencereler.
Yıldızları kucaklardı
Bir kuştu camda geceler.
Dörtbir yerinden akardı
Yağmurlu günlerde damı,
Koruyamazdı tekneler
Göl-göl olmaktan odamı.
Kestim emdiğim memeyi,
Bir alev tasta dudağım.
Kırıldı şimşir kavalım,
Rüyalarımdan uzağım.
25

Düdük yontmuyor söğütten,
Buğday kokmuyor ellerim.
Yarınlara doğru değil,
Düne, dünlere günlerim.
Ve masallarını ninem,
Beraberinde götürdü.
Bitmek bilmiyor geceler,
Geceler ne uzun sürdü.
Sesim!.. Sesimi kaybettim,
Unuttum eski şarkımı.
Hangi iklimdedir şimdi,
Kimler söyler ki şarkımı.
Azgın sular bastı köyü,
Eridi kerpiç duvarlar.
Şimdi bende, kaybedilmiş
Bir dünyanın hasreti var.
Gün, 17.11.1945
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 117-118
26

HÜRRİYET KASİDESİ
Söylesem söz olur,
Söylemesem dert:
Dilimin ucunda zındanlar saklı
Zindanlar: Sıra sıra,
Kara kara serviler ardında
Hapishane yazar kapılarında.
İnsanlar içindir,
Ve demirdir.
Kapıları
Gardiyan açar, gardiyan kapar.
Yedi kat yerin altından
Kan
Ve ateşden
Ve dağlarla güreşten
Sonra mâmul kapılar:
İnsanlar içindir.
Gardiyan açar,
Gardiyan kapar.

Ve yalnız,
Elleri sabunlu
İstanbullu
Bir çingene izinsiz girer
İzinsiz çıkar.
Kan tutuyor beni, bağıracağım;
Bu dağlar bizimdir âlemin değil!
Alnını karışlarım
Dostlarım;
Kardaşlarım
Sizden gayrinin!
27

Ben dosta lokmamı veririm.
Fakat gün gelirse
Bir gün gelirse
- Ölmüş bile olsam -
Südün helâl olmasın anam,
Bitmezsem mezarımdan,
Mantar gibi,
Ot gibi,
Ağaç gibi,
Ordulara, tanklara karşı -
Şarkımız malûm;
(Çanakkale içinde aynalıçarşı)
Zındanlar: ayın altında
Zındanlar: suyun üstünde;
Yandan akar çeşmeleri.
Öpülesi döğmeleri;
İnsanlar doldurur hapishaneleri.
İnsanlar:
Kalebent,
Boynunda lale;
İnsanlar:
Hürdür!
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 71-72
28

İÇLENME
Dün;
hatırımda değil
belki geçen gün
turnalar geçti de bir garip oldum.

Soyunuverdi gönlüm,
yılları bir bir,
söğüt dalı atım kişnedi geldi.

Sonra yine ağır ağır büyüdüm,
mes'ut yalnızlığına erdim ömrümün.
Seni düşündüm;
bekâr yastığımın hararetini
sevdalı hürriyetimi düşündüm;
garipliğim ondandır.

Neydi o günler!
Sen yoktun, hasretin vardı;
sıla vardı, gurbet vardı.

Gün doğuyor,
Güneşi selâmlıyalım
kimi mahzun gözler üstüne;
kimi uykusuz sabahı bekleyen
hayata koşalım.
Fakat ölmek var kitapta,
dönmek yazmıyor.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Dünden Bugüne Türk Şiiri IV, S. 62
29

İNSANLAR VAR Kİ..
İnsanlar var ki adaşım;
yeşil dut yaprağında,
yürür ormanlar gibi
Ve bir ipek böceği kahramanlığında,
Alaysız,
merasimsiz
ve muttasıl;
Sulhun beyaz bayrağını dokumakta.
Güneşi bir daha görmemek üzre,
Gecenin derinliğinde saf saf.
güneşe giden yolda,
Kara katran karanlığına karşı gecenin,
Kumral perçemleri rüzgârda,
Yeni şarkılara hazır dudakları,
mahzun ve melûl;
Fakat ümitli,
fakat pervasız durmaktadırlar:
Onlann kitabında yazılıdır
Niçin hep yanık türküler bildiğimiz,
Kime gücendiğimiz, kimi sevdiğimiz.
Bir kuş uçsa daldan,
Bir garip geçse yoldan,
melûl oluruz neden?
Onlar biliyorlar biz söylemeden.
onlar biliyorlar!
30

Onlar biliyorlar;
Kızılca kıyamettir kopan,
Siz serin uykunuzu uyuyadurun;
Ve rüyasında mes'ut insanlar
meleklerle zina ededursun.
Dünya hepsine yeter
Fakat kızılca kıyamettir kopan.
Gökyüzünde uçurtmaları çocukların
Mesel simitlerle döğüşüyor
İnsanlar var ki civanım;
Ölümü ekmek gibi,
meyve gibi bölüşüyor.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Çağdaş Türk Edebiyatında 199
Şairden 199 Şiir, S. 70-71
31

İTİRAF-I AŞK
Kınalı parmakların değmesin yarama;
merhem urulur gibi, sarılır gibi değil.
Bir ecel teridir döktüğüm;
ve kara sevdalısıdır yarim, sevdiğim:
- Telli çeviren gibi boynumda,
taze bir somun gibi koynumda
taşıdığım -
Çamur Şevketlerin, Cidelilerin.
Senin; onlardan sonra geliyor yerin,
darılma sakın.
Sen, hem bana yakın
hem uzaktasın.
Bir başka hava koklamaktayım:
masmavi bir gök altında
katıksız ve hilesiz.
Bir başka hava ki bu:
Öldüresiye güzel, kızlığı bozulmadık.
Turna gözü gibi duru
ve aydınlık
Sıktığım eller başkadır:
Buğday ekmeği,
mayıs tezeği kokar.
Katran kokar,
barut kokar,
kan kokar.
Bahtını dünyamızın
şahadet parmağı çizecektir onların,
dizbağları çözüldüğü gün
tankların, orduların.
ve çekel ve övendire ve saban
yollara döküldüğü gün,

anam kına yaksın ellerine
ve ninem saçlarına.
Anla kim yarim, sevdiğim:
Sedd-i Çin ayırır seni benden,
beni senden.
Bir karayeldir esen
başımda deli deli;
yıldız rüzgârı değil...
Eğil,
yarim, sevdiğim:
Bu yeni aşkımın önünde eğil!
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Çağdaş Türk Edebiyatı 3, S. 282
33

KÖROĞLU
Şarkını ezbere biledursunlar,
Adına elpençe-divan dursunlar,
"Kepenkler namınla insin her akşam"
Beni sarmaz oldun artık,
bütün bütün unutursam
affet Köroğlu.
Asrımızda niceler var:
Kan damlamasa kaleminden şairin
Yazılmadık kalacaktır şarkısı,
ve türküsü yakılmadık.
Halbuki onlar,
Bir şarkılık, bir türkülük te olsa
Daha Köroğludur Köroğlundan.
Asrımızda
Geçip yardan, anadan,
Dönüp bir yol arkasına bakmadan
Niceler var:
Yürür dağlar gibi, dağda;
Savrulur bir yangın gibi rüzgârda;
Gider yolda, ulam ulam;
Akar suda, oluk oluk.
Kan gelir gözlerinden,
kan gider dizlerinden.
Bakar melul, han kapılarından;
Düşer toprağa ümitli.
34

İşte böyle Köroğlu;
Kuşlarına hükmettiğin dalların
Ardıcından yapılır katranın daniskası
Ardıç katranından karadır
çingene kızın gözleri;
Çingene kızın gözlerinden
insanoğlunun dünyası.
Fakat seyri mâlum bizce tarihin,
mâlum ve mutlak;
Yarın aydın, yarın güzel,
yarın bizim olacak.
Ve sen insan, ve sen cesur,
ve sen kahraman;
Ve bihaber fırıncıdan, tezgâhtardan, kasaptan,
Tanklarından, toplarından dünyanın.
Sen kaftanı sırmalı,
Sen çevresi oyalı,
Delikli demirden korkan Köroğlu!
Yirminci asrın göbeğinde biz,
Daha merd, daha insan,
daha cesuruz;
Ve hâlâ yaşıyoruz..
(Yeni Ses, 12 Temmuz 1943)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Yarına Doğru, Ocak 1975, Sayı: 11, S. 20-21
35

KUŞ KANADINDAN
Halim - selim değilim,
baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur derd olur hâlim;
ezbere Mecnun'um bazı çöllerde.
Kırılır kolum kanadım,
naçar kalırım türkülerde;
anasız babasız, öksüz kalırım.
Yeşil kurbağalar öter yeşil göllerde,
ben garip, perişan gurbet ellerde.
Gurbet eller yoldur:
bir ucunda tevellüdüm müjdelenir,
kara haberim gelir öbür ucundan;
ve her çeşme başında üçe ayrılır.
Üç kardeşin en küçüğü ben avareye
kervan geçmez yollar salık verilir.
Gitmem demem.
Böyle yazmış yazan, aklı - karalı;
dere tepe, yokuş demem giderim.
Giderim de kanlı yaşlar dökerim,
akman demem, aksın - varsın, silerim.
Elin olsun gül memeler arası,
meskenimdir benim hanlar, kahveler;
olmazsa, bahçeler, bağlar benimdir.
Benimdir ovalar, kartallar semti,
nerde akşam orda sabah ederim.
Yastıceğim taş olur,
"Altım toprak, üstüm yaprak"
ama gönlüm hoş olur.
36

Rumeli'nden bir türkü çalmayagörsün hele,
çıkmayagörsün Aliş Tuna Boyundan,
ilk kadehte sarhoşum.
İflâh olmam artık, hekim kâr etmez,
efkârlanır içerim, içer efkârlanırım.
Komşu kızları mı, ölüm mü geçmez,
neler geçmez hatırımdan, bir ben bilirim.
Evvel ve âhir geçer,
Yunus-u biçare, Şair Nedim, Sâkiyâ,
ömrün tesellisidir; geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya.
Unuturum da sonra garipliğimi,
heheyyt!... derim bir; kuşlar, ağaçlar!
Ve çıkarım dağlara.
Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?
İznim olmayınca yasak macerâ.
Selâmım, baş üstüne,
Kavgam, dert-yaş üstüne,
mazlûmun âhıdır başımda esen
gocunsun paşalar, beyler
alimallah komam taş-taş üstüne.
Ve döğünsün eller, eller;
Ayvaz'ımın perçemi düşmüş sol kaş üstüne.
Çok sürmez velakin bu saltanatım,
tüfek icat olur,
hasetinden Kır-At'ım,
ben, arımdan ölürüm.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Yarına Doğru, Sayı 17, Nisan 1976
37

MARKO PAŞA
Azizim Marko paşa
yolumuz değil, işimiz düştü.
Dert yandık dinlemediler;
Marko paşaya gidin dediler,
Geldik yedi iklim öteden;
Baş açık, bağır yanık, yalınayak geldik.
Çok değil;
Bir arzuhallik derdimiz vardı:
Dostlar sulh istiyordu,
Beni üzen bahardı.
Dinlemediler;
Beyler
Efendiler
Bizi sana gönderdiler.
Ayağına düştük,
Ne dersin Marko paşa?
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Yeni Ses, 1941, S. 5
38

MUTLUCA ŞİİR
Yeni doğmuş gibiyiz,
kitaplarımız, defterlerimiz yeni
Dünya eski bile olsa,
gün ayni günse de
bacamız tüter,
destilerimiz dolu.
Elden öğün beklenmez oldu,
beş parmağında beş hüner,
mutludur insanoğlu.
Evimiz-barkımız var,
alıştık lezzetine sofranın;
sütü yetiyor çocuklarıma
hoşnuduz, karımız var.
Ve dünya habersiz değildir bizden,
her taşın altında künyemiz yazar.
Suyu, söğüdü bizden
nehirler dolanır bizi ararlar;
eri, öğdülü bizden
ermeydanında bizi bilir, sorarlar.
Ve ben her allahın günü şairim;
dört mevsim, bahardır şiirlerimde.
39

Yağmur, renkli yağar,
gönlümce eser rüzgâr;
Çinimaçinden öte masal bilirim.
Kızları çeyizler gelin ederim,
Kırkgün-kırkgece düğünlerinde;
ve çocuklar büyür nar gürbüzlüğünde.
(Türkiye Yazıları, Nisan-1977)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 62-63
40

NAĞME
I.
Seni nasıl unutabilirim,
Ekmeğim senden, suyum elinden
Bir kere sevmişim, yârim demişim;
Nasıl inkâr ederim, nasıl bir tanem.

Gün olmuş ağlamışım
Gülmüşüm, sevinmişim.
Elveda etmiş uykum
Omuz silkmişim;
Bir başka olmuşum senin yüzünden;
Nasıl inkâr ederim nasıl şahanem.

Terk edip evi-barkı
Şair olduğum doğru.
Ve doğru adına kadeh kırdığım
Gözüme aldığım cümle belâyı.
Kuşlara selâmım
Bulutlardan korkum
Yalan değildir.
Ve sebepsiz değildir:
Yürümem, oturmam
Kitap okumam...
Bekçilerle aram niçin süt-liman
Niçin yalnız gezerim korkmadan, utanmadan?
Muhtar da bilir, kâhya da bilir
Sevdalıyım ben ve güzelsin sen;
Nasıl inkâr ederim, nasıl Şaziyem!
41

II.
Kalubelâdan beri sevişiyoruz,
Kütükte kaydımız böyle yazılı.
Dillere düşmüşüz, destan olmuşuz
Aldırma sevdiğim elâlem onlar.

Sen yine akşamla gözlerini yum,
Sabahı getiren kuşlar yoldadır.
Mavi boncukların, bileziklerin
Ve ben sevdiğim ve ben yoldayım.

Bir sevdalıktır ömür,
Ve bir şarkılıktır cümle sevdalar.
Kırmızı gül, beyaz lâle, mor sümbül;
Top zülfüne top fesleğen yakışır.

Bayram olur sevdalı,
Seyran olur sevdalı,
Beşik iner,
Tabut gider sevdalı.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Dünden Bugüne Türk Şiiri IV, S. 58-59
42

SAKLAMBAÇ
- Rıfat Ilgaz’a -
Niçin düşünüyorum
Saklambaç oynadığımızı;
Saklambaç oynadığımız günler
Çok mu geride kaldı?
Özlemiş olmalıyım.
Sen özlemedin mi?..

Saklambaç oynamak istiyorum:
Çocukluğumuzdaki gibi
Ve son defa...
Bakalım gene bulabilecek misin?
Bu sefer çitin ardında değilim,
Ne de fırın içinde.
Çok başka yerlere saklanacağım;
Gözlerini yum çocuğum, gözlerini yum
Saklanıyorum...
Oldu bitti
Kara kuşlar öttü!..
27. 4. 1940
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 53
43

SELAM
Selamın geçiyor besbelli,
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.
Bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.
Ben deli-divane olsam,
çok mu görülür?..
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 64
44

SİRKECİ
Darı-dünyada
giderken sağda, gelirken solda
Hasanın kalfası
ekmek tatlısı satar,
Asmalı kahve
dörtyol ağzındadır.
Asmalı kahvede İstanbul anlatılır,
hesap-kitap yapılır
Karagöz Bohorun yazıhanesi,
ayak üstü meyhanesi,
iki yanlı kitapçılar:
Babıâli caddesi,
tıklım tıklımdır sayemizde.
Hepimiz de taşralıyız.
Ve sonra Kemeraltı,
yanında Yenicami;
camiden evvel,
bizim köylünün soyulduğu avlu:
Yenicami avlusu.
Nihayet:
Önünden geçemediğim
köfteci
otelci,
45

işte Sirkeci.
Mahmutpaşadan inilir,
parayla olursa
her tramvayla gidilir;
iyidir.
(Yeni Ses, 19 Temmuz 1943)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Yarına Doğru, Ocak 1975, Sayı: 11, S. 21-22
46

TABLO
Bir cenup ılıklığı göğüslerinde
ve gözlerinde
şimal gecelerinin lekesiz maviliği kızlar.
uzatır
hülyalarıma bir serinlik,
rüzgârda ıtır.
Dallarda rüya görür kuşlar;
yarını getirir bir gül,
yapraklarında renk renk.
Sükûndur dallarını yıkayan suda.
Öper sükûnu sularda eğilerek
Ay;
bahçeler uykuda, sular uykuda.
Ve ben,
dinliyorum uzak günlerin aşk türkülerini,
bir defne dalının altında.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 61
47

UMUT
Dibâçe (1)
Yalansa, dolansa eğer
vebâli tarihin boynuna olsun.
Vâdettiği günden bahistir
konuştuğumuz dil,
yazdığımız her satır.
Bir umuttur bu,
veya bir arzu;
veya canevimizden koparılmış
en aziz, en güzel, en kıymetlimiz.
Onunla biz,
etle tırnak gibiyiz;
deli-divane bâbından,
yoluna adak kişiyiz.
Onun için öldüler
büyük ölüler;
merhaba der gibi sade
selâm verir gibi dosta.
Onun için çoluk-çocuk
onun için her sabah
kapandılar yüzü koyun toprağa
Gözleri boncuk-boncuk,
saçları yolunmuş, avuçlarında;
emdikleri memeyi keser oldular.
onun için hırlı-hırsız oldular
O baharla gelen,
dillenen, gülen;
kızılcık dalında önce,
sonra bademde, erikte açan;
o narin çiçek,
o kara sevda.
48

Yanık mektuplarında göz yaşı,
künyelerinde terhis;
veya bir havadis:
Aff-i umumi.
Ki tıpış-tıpış girer şafakla
demir örgüsünden pencerelerin,
hazin-hazin gider akşamla.
Veyahut sınırda lâkayt bir taşa,
bir sınır taşına kanla yazılan;
ve toptan okunan, toptan kapanan:
Ebedi teskere,
dibâçe kitap.
Eğri kılıç değildir
kında paslanmaz;
hayra yorulur ancak,
şerre yorulmaz.
Yoldur, bizimle yürür;
çocuktur, bizimle büyür;
ve topa tutulmuş mâzimin enkazı üzerinde
yıldızlar boyu hürdür.
Umut edebiliriz.
Umut ettik diye biz de bir nöbet,
güneşe karşı işemiş olmayız elbet.
O herşeyden çok bizim olan,
tarihin vâdi,
o mev'ut (2) vatan.
(Ankara, 1946)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
(1) Dibâçe: önsöz
(2) Mev'ûd: vaadedilmiş
Umut Şiirleri, S. 122-124

UZAKTAN SEVGİLERLE
Bilirim, beni bekler rafında
sararmış bir ayva, bir kış - kavunu.
En tatlı yerinden böler uykunu
bilirim, her gece bir korkulu düş.
Ve o kuş,
hep aynı yerdedir, aynı saatte:
bacanın üstünde, kış -kıyamette.
Bırak onu taşa tutsun çocuğum,
Kuşlar değil fetva veren;
bak gün doğuyor.
Selam üzre
kanlı kaputlar içinde,
kalk borusu çaldı askere.
Ve kıyam üzre
hazır beyi, paşası;
işbaşı yaptı, hazır
Defterdar içinde Feshane Fabrikası.
Ve donanmış dört bin yanı Haliç'in,
donanmış da olan olmuş;
alabora iskele.
Kışlanın önünde bando-müzika,
"Açıldı kale yolu"
Şarkılar değil sade
dost şahit, düşman şahit:
"Göründü Gelibolu"
50

Beyaz mendiller hazır,
nerdeyse sallanacak;
gelinlik esvabını çıkar sen de sandıktan.
Ceketimi, gömleğimi ütüle
sol cehime unutma kırmızı mendilimi;
hazır olsun benim de adamlık urbalarım.
Pabuçlarım gıcır gıcır cilalı
ve sen ilk defa böyle:
yeşermiş göreceksin, dallanmış. çiçeklenmiş.
kapıdan kovsan Mayıs, bacadan girecektir.
Bu yolda işte ahval,
en güzel günündeyiz takvimin.
ve ela gözlü yağmurla beraber
resmidir geldiğimin.
(1972)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi 1, S. 404
51

VATANA VE GURBETE DAİR
I
Bir ezan vakti başladı gurbet,
bir ezan vakti bitti memleket;
ve cümle esaret.
İliklerimize kadar mehtap vardı,
ve kuşlar
— Saman yoluna konmuşlar —
«Hey Gaziler»i çağırırlardı.
II
Bir garip arzuydu bu:
Adımlıyalım gurbeti dedik,
sayı yetmedi.
Yürüdük:
yürümekle gurbet bitmedi.
Vatan küçük, gurbet büyüktür;
bizse gani gönüllü Hamza Dayıyız
her taşa bir vatan yazdık ta geçtik.
52

III
Ak kağıda kara yazı yazmak
hüner değil demiş çingene;
Sepet dibi yap ta göreyim.
Ve sen nane mollam
diyorum ki ben:
gurbeti, vatan bil de göreyim!
(Yürüyüş, 1940)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Umut Şiirleri, S. 57-58
53

YAĞMUR DUASI
Görünmez ellerin sağdığı bulut,
Yağmur ki Allaha bağlanan umut;
Ellerini göğe kaldır açık tut:
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Ve bağrını toprak, avuçlarını el
Açıyor göklere; yağmur tek emel.
Ağlanmaz götürse yavruyu bir sel
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
Çatlak dudaklarını ıslatmıyor kan,
Toprakta yangın var, toprakta volkan.
Allaha gönderilen elçi: Kurban.
Tarlada çamur teknede hamur
Ver Allahım ver sellice yağmur!
(1941)
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi 1, S. 397
54

YOLLAR
İnce ince yollar sere serpile,
Her biri bir başka dilberle iner;
Yollar, ılgıt ılgıt akar sahile,
Her biri bir içim kevserle iner.
Ay doğdu gözyaşı halinde suya:
Bir ahû düşmüştür sanki pusuya..
Bu yollar belki sır verdiğim koya,
Yanılır bu akşam Ülkerle iner.
Niyazi Akıncıoğlu
(1919 - 1979)
Dünden Bugüne Türk Şiiri IV, S. 58
55

ONUN İÇİN
MASAL GİBİ
Bundan böyle
"Havada da turna" türküsünü
En güzel
Mehmed Kemal söyler
Duymadınız mı?
Akıncıoğlu M. Niyazim
2 Şubat 1979 Cuma günü
Suphi Taşhanla
Fethi Giraylara taşındı.
Ben mi ne yapıyorum
Bayati sesimle
Kendi kendime
Naciye'mi söylüyor
İçiyor içiyor
Utanmadan ağlıyorum.
Celâl Vardar
(1916 - 1991)
Acılı Kuşak, S. 326
56

ONA DAİR
AKINCIOĞLU NİYAZİ BEY
Değerini bilemediğimiz bir büyük ozan (1919-1979)
Dumanlı yaylalarda otlaklarımı,
Ceylanlar yitürdü, kuşlar yitürdü;
Ovada dönüm dönüm topraklarımı
Dostlarım paylaştı, dostlarım sürdü.
Seferde gemilerim korsan elinde,
Tezgahımı kurduğum köyü su bastı.
Son kalan kervanımı soydular Çin'de,
Devecilerim yolda kendini astı.
57

Başımı koymuşum bir aşka dünyada,
Kendi kendimin bile değilim dostlar
Ne malım, ne mülküm var başka; dünyada,
Topu topu üç arşın bir toprağım var.
1940
Niyazi Akıncıoğlu 1919’da Kurudere ’de doğdu. 16 yaşında şiir yazmağa
başladı. 1938’de ilk ürünlerini Haykırışlar adlı kitapta topladı. İlk
şiirlerinde kimlerin etkisi var? Faruk Nafiz, Orhan Şaik, Nihal Adsız,
Namdar Rahmi Karatay… Zaten kitabını da öğretmeni Gökyay’a adadı.
Adını ilk defa Yedibela Rasim’in hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
“Bıçakçı Remzi” yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı : Bursa.
…..
Bursa eyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
Bursa’da zaman,
"Billur bir âvize" gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitmek haseti,
Yaşamak hasleti,
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
58

1938’de Bursa Lisesi’ni bitiren Akıncıoğlu, 1939’da İstanbul Hukuk
Fakültesi öğrencisi olur. İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’nın etkisiyle
toplumcu düşünceye yönelir. Şiirlerinde insancıl köz dikkat çeker.
Savaşların insanımıza yansıyan üzünç ve acısını yüreği eriyerek
şiirleştirir. Kana susamışlara karşı kardaşlığı, barışı, demokrasiyi,
özgürlüğü savunur. Artık hece şiirinden biçim ve içeriğinden ayrılır.
1940’larda özgün şiire ulaşmış. Şiirimize ayrı bir tad, yeni bir soluk
getirir. Bir “umut şairi” olarak tanınmış. Yürüyüş, Ses, Gün, Sokak,
Pazar Postası, Pınar, Yeryüzü, Meydan, Dost gibi dergilerde yayımlamış
şiirlerini.
Yeni doğmuş gibiyiz;
Kitaplarımız, defterlerimiz yeni.
Dünya eski bile olsa,
Gün aynı günse de;
Bacamız tüter,
Destilerimiz dolu.
Elden öğün beklemez oldu
Beş parmağında beş hüner,
Mes’uttur insanoğlu.
Evimiz-barkımız var,
Alıştık lezzetine sofranın.
Sütü yetiyor çocuklarıma
Hoşnuduz, karımız var.
Ve dünya habersiz değildir bizden,
Her taşın altında künyemiz yazar.
Yazar, şair Mehmed Kemal diyor ki : “Niyazi Akıncıoğlu, divan şiiri
kelimeleri kullanarak kendine özgü bir şiir dili oluşturmaya çalışmıştır.
Onun için şiirlerinde birçok divan şiiri “mazmun”u bulabilirsiniz,
Niyazi’den sonra üne kavuşmuş birçok şair, bilerek bilmeyerek, onun
geliştirdiği şiir dilinden yararlanmıştır” (Cumhuriyet, 17 Şubat 1979 ).
59

Selamın geçiyor besbelli,
Yeşerdi telgraf direkleri;
Seneler sonrası, ormanından ayrı.
Bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
Rastgele öpüştüler
Düşünmeden günahı,
Öbür dünyayı.
Ben deli-divane olsam
Çok mu görülür?
1939-45 arasındaki dünya cehennemden farksızdır. Yalnız, cennet
olmasa da, bu cehennem evreninde küçük adacıklar vardır. Türkiye de
bunlardan biridir. Akıncıoğlu, savaşı çıkaran Alman nazizmine
düşmandır.
Nakışında bülbül ötmüyor,
Çiçek açmıyor kumaşların.
Çatlamış arından kanter içinde:
Toprağın derdi büyük,
Başağın yükü ağır
Silah çatmış ifritler harman yerinde;
Kulakları sağır,
Gözleri kör.
Görmüyorlar güneşi,
Bu sesi duymuyorlar;
Nankör, nankör insanlar.
Bu ses ki pervaz-pervaz,
Bu ses ki şehir-şehir,
Ve köy köy ve dağ dağ
İnsanın sesidir; insanı arar.
1950 yılında Akıncıoğlu gizli bir parti kurduğu savıyla yargılanır; iki yıl
tutuklu kalır. İçerdeyken de şiir üretir. Savunmanı Abdurrahman Altuğ,
mahkemede onu şöyle savunur :
60

“Müvekkilim şairdir. Ama memleket çapında isim yapmış, edebiyat
antolojilerine geçmiş bir şairdir. Müvekkilimin Edirne hakkında yazdığı
şiir, bugüne kadar bu belde için yazılmışların en güzelidir. Bursa için
yazılan yüzlerce şiirin en güzellerini de müvekkilim yazmıştır. İstanbul
ve Kırklareli için de şiirleri vardır. Vatanını ancak üstün bir aşkla
sevenler böyle şiirler yazabilir.”
Yalansa, dolansa eğer
Vebali tarihin boynuna olsun.
Vaat ettiği günden bahistir
Konuştuğumuz dil,
Yazdığımız her satır.
Bir umuttur bu,
Veya bir arzu;
Veya canevimizden koparılmış
En aziz, en güzel, en kıymetlimiz.
Onunla biz
Etle tırnak gibiyiz;
Deli-divane babından,
Yoluna adak kişiyiz.

Özgür kaldıktan sonra ekmek parası için avukatlık-savunmanlık eder.
Fakat, 1970’e dek sessiz, suskun kalır. 1971’de Yağmur duası, Hasbihal,
Hürriyet Kasidesi; 1972’de Uzaktan sevgilerle; 1977’de Mev’ut Gün,
Mutluca Şiir yayımlanır.
Asrımızda niceler var:
Kan damlamasa kaleminden şairin
Yazılmadık kalacaktır şarkısı
Ve türküsü yakılmadık.
……….
Asrımızda
Geçip yardan, anadan,
Dönüp bir yol arkasına bakmadan
Niceler var:
61

Yürür dağlar gibi dağda;
Savrulur bir yangın gibi rüzgarda;
Gider yolda ulam ulam;
Akar suda oluk oluk.
Kan gelir gözlerinden,
Kan gider dizlerinden.
Hababam Sınıfı yazarı, Cideli ozan Rıfat Ilgaz’ı dinleyelim:
“1940 Kuşağı’nın ünlü şairlerinden Niyazi Akıncıoğlu, yalnız şiirleriyle
değil, ipince, upuzun boyu, sarı bıyıklarıyla da gösterişli bir kişiydi. İnce,
uzun parmaklarıyla bıyıklarını kıvıra kıvıra, yalnız kendi şiirlerini değil,
hocası Şair Orhan Şaik’in şiirlerini bile okusa sevdirirdi. Gökyay’ın
kağıt kayıklarının kenarlarına etkili sesiyle “Selam sabah dizdirir”, bu
kağıt kayıklarla enginlerin ötesine doğru çeker giderdi okurken. O gider
de biz kalırsak, önce Niyazi’ye “Sitemdi” bu! sen de onun arkasından
takılıp gidecektin ister istemez! Nereye dek? Diyelim ki, “Zekatı mey
verilen bir diyare dek!”
Gün geldi, vakterişti;
Tebdil oldu yuva, azad oldu kuş.
Üryan oldu, gördük;
Ayan oldu bize hali:
Ağzında zeytin dalı,
Ve unutulmuş belli
Bileklerinde bakla bakla
Zincir vebali.
“Niyazi Akıncıoğlu bu arada, barış içinde yaşamaya en yatkın
arkadaşlarımın başında gelirdi. Eli açık mı açıktı. Faruk Toprak’ın insanı
deli eden hesaplılığına karşı, Niyazi kuşağımızın en savurgan
kişilerindendi. Öğretmen olan babasından para geldi mi, sanatçı
dostlarını hemen toplar, gelen paranın tümünü bir gecede harcardı.
62

Böyle gecelerinde Beyoğlu’ndan, yattığı yere, Sirkeci üzerinden
Aksaray’a, taksiyle dönmekten çok hoşlansa da sonunda yayan gitmek
zorunda kalırdı. Parası oldu mu, hiç gözünün yaşına bakmamak
gerekirdi. Nasıl olsa dibine darı ekilecekti. Sen olmamışsın da başkası
olmuş ne fark ederdi ki…
Radyoda bir hüzzam şarkı var
Dışarıda sümbül havası
Halbuki şimdi uzak ufuklarda kar yağıyor"
……….
Bir şarkıdır bu
Kalübeladan beri söylenir
Kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
Ben, onunla büyüdüm
Onunla yürüdüm
Onun için ölebilirim.
………
Bir şarkıdır bu
Kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
Unutulmaz.
Sıvas’ta Madımak yangınında yok edilen yazar, eleştirmen Asım
Bezirci’yi dinleyelim :
“Akıncıoğlu – Nazım Hikmet’ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmed
Arif’ten önce - halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir. Gelgelelim
o, bununla yetinmez, sırasında divan şiirinden de yararlanır, fakat ikisini
de taklide yeltenmez. Hem divan, hem de halk geleneğinin kimi öğelerini
beceriyle kullandığı “Edirne” şiiri buna iyi bir örnektir.”
Bir yerde görürsen ki:
Ağır ve edalı akar,
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
Üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
63

Edirne’desin.
Mevsim , fasl-ı bahardır,
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
bir kavsi kuzahta yürür gibi
Köprülerdesin.
Şataraban makamında bir şarkı dudaklarında,
düşünür çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu avaz neden:
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle ferman etmiş eden
kimseler bilmez.
“Gönül bir top ibrişim
sarılsa çözülmez”.
Burada her şey,
bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemalini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhad-di vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun;
yar elinden düşürülmüş şimdi suda.
Ve sular;
şimşir kelamı dilinde
destan okur, okur akar.
Ve bihaber, Yıldırım’da bir evcikte
akan sudan, uçan kuştan-
yeşil dut yaprağındaki bir ipek böceği,
kozasını dokur dokur ölür.
64

Uyanır veda etmiş gibi uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası’nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
İki şak bölüp mehtabı;
Kıyık’tan uçurulmuş
salınır bahçeler içre kızlar ki;
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mamur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
Yeni baştan.
Neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle ferman etmiş eden.
Söylemek kolay olsa eski türküsünü:
“Edirne köprüsü taştan
sen çıkardın beni baştan”.
Ayırdın anamdan, hem kardaştan.
1945
EMRULLAH GÜNEY
Bizim Anadolu, Dünden Bugüne,
Mayıs-Haziran 2014
65

M. NİYAZİ AKINCIOĞLU’NUN ARDINDAN
8 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında yayınlanan bir
ölüm duyurusu M. Niyazi Akıncıoğlu’nun öldüğünü bildiriyordu:
“Baromuz Avukatlarından Kırklareli’nin yetiştirdiği değerli düşün ve
sanat adamı şair, büyük insan Avukat Niyazi Akıncıoğlu’nu 1 Şubat 1979
günü kaybetmiş olmanın derin acısı içindeyiz.” Türkiye Yazarlar
Sendikası’nca değil de Kırklareli Barosu Başkanlığı’nca yapılmış bu
duyuru.
Bir bakıma doğal bu, çünkü Akıncıoğlu son otuz yıldan beri “şair
Akıncıoğlu” olarak değil, “Avukat” olarak sürdürüyordu yaşantısını.
Yalnız, son bir kaç yıl içinde tekrar, ustası olduğu şiire döndüğü, eski
ürünlerinden hiç de aşağı olmayan dizeler yazdığını kanıtlayan bir kaç
şiir yayımladığı görüldü.
1916 yılında Bursa’da doğmuş M. Niyazi Akıncıoğlu. 1940’larda, Hukuk
Fakültesinde okurken dönemin ilerici dergilerinden olan Pınar, Yürüyüş,
Ses, Yeryüzü gibi yayın organlarında “Vatana ve Gurbete Dair”;
“Bursa”, “Edirne”, “Köroğlu” gibi ünlü şiirlerini yayımladığı görülüyor.
Daha sonra birdenbire şair yanını öldürmeyi seçip “Avukat” olarak
Kırklareli’nde yaşamayı yeğler. 1950 yıllarında Kırklareli’nde
“komünizan bir partiyi idare etmek” savıyla yargılanarak iki yıl mahpus
yattığı görülüyor Akıncıoğlu’nun. 1970’lere kadar süren uzun bir
sessizlik dönemi içine girdiğini görüyoruz daha sonra. 1971’den sonra
yayımladığı iki şiiriyle, şiir yayımlamasa da “Her Allah’ın günü şair”
kalabildiğini kanıtlayacaktır.
Türkiye’de uzun yıllar, içinde siyasal birçok etmenin de yer aldığı
nedenler yüzünden 1940 Kuşağı sosyalist gerçekçi şairleriyle arkadan
gelen kuşaklar arasında bir kopuntu yaşandı. Nazım Hikmet gibi bir
şairin bile geniş okur kitleleriyle ancak 1960’ların sonunda karşılaşma
olanağı bulabildiği düşünülürse bu olgu karşısında pek de şaşırmamak
gerekiyor.
66

Kaldı ki Nazım şiirinin bile hâlâ bütün boyutlarıyla kavranabildiği
söylenemez. Aradan bunca yıl ve toplumsal demokratikleşme yolunda
bunca mesafe alınmasına karşın, bırakalım geniş okur kitlelerini,
sosyalist bir şiire varmak isteyen genç şiir kuşakları bile bu dönemi tüm
açıklığıyla öğrenebilmiş değiller. Bilinmeyen birçok olgu, horlanmış
gözardı edilmiş, resmi kültür politikası sonucu unutturulmuş birçok
sanatçı var günümüzde de. Asıl üzücü olan yan ise, gerici kesim kadar
ve belki daha çok etkin olan “ilerici” çevrelerin bu konudaki tavırları.
Oysa günümüz Türkiye’sinde sosyalist bir şiiri gerçekleştirmek isteyen
her şairin ilk yapması gereken, bu dönemi gereğince kavrayarak, geçmiş
ustalarla aradaki kopuntuyu gidermek. Günümüzün genç şairi sosyalist
gerçekçi bir şair bileşimini, kaynaklarının nerede olduğunun bilincine
vararak, bu toprağın üzerinde bu bağı kurarak gerçekleştirebilecektir
çünkü.
Bu kopukluğun giderilmesi doğrultusundaki bir çabaya A. Bezirci’nin
“Başlangıcından Bugüne Türk Şiiri” adlı antolojisiyle rastlandı. Yeni
kuşaklar birçok usta gibi M. Niyazi Akıncı oğlu’nun şiiriyle ilk kez bu
derlemede karşılaştılar. Ve ilk kez burada okudular “Yağmur Duası”nı,
“Hasbihal”i ve ‘Hürriyet Kasidesi”ni. Akıncıoğlu’nun şiirlerinden
yapılmış ve olabildiğince kapsamlı iki derlemenin 1974 yılında Yarına
Doğru dergisinde yayımlandığı görüldü. Sonra Yansıma ve Türkiye
Yazıları dergilerinde iki şiir.
Siyasal mücadelenin içindeki kültür-sanat boyutunun önemini de
kavrayan kuşaklar özellikle 1971 döneminden sonra geçmişin kültür
mirasıyla bağ kurma çabasına giriştiler ama bir çok nedenler yüzünden
bütünüyle başarılamadı bu. Bu kısırdöngüyü sadece Nazım Hikmet ve
Ahmed Arif şiirinin kırabildiğini görüyoruz. Bu adlara sonradan Enver
Gökçe da eklendi ama yeterince tanınmayan, bir çok şair var hâlâ. Kaldı
ki bu andığım şairler de ancak siyasayla doğrudan bir bağ içinde
oldukları şiirleriyle biliniyorlar. Sosyalist kesimde hâlâ egemen olabilen,
sanata yararcı bakış açısı doğal olarak bu sonucu yaratıyor. İşte
Akıncıoğlu da bilinmesi zorunlu olan bu ustalardan.
67

M. Niyazi Akıncıoğlu’nu 1940 Kuşağı şairleri arasında önemli ve özgün
kılan nitelik, Halk şiirinin öğelerinden olduğu kadar Divan Şiirinin
tonalitesinden ve ritminden de yararlanarak yeni bir şiir oluşturması.
Savaş yıllarının, umudun ve direnişin türküsüdür onun şiiri.
Bu öğeler yalın kat bir gerçekçilikle değil insani olanın bileşkesinden
verilir:
“Bir ezan vakti başladı gurbet / bir ezan vakti bitti memleket / ve cümle
esaret. /
"İliklerimize kadar mehtap vardı." diyordu bir şiirinde.
Şöyle yazıyordu “Köroğlu” nda:
”.. seyri malum bizce tarihin / malum ve mutlak; / Yarın aydın, yarın
güzel, / yarın bizim olacak /. / Yirminci asrın göbeğinde biz, / Daha
merd, daha insan, / daha cesuruz; / Ve hâlâ yaşıyoruz..”
Temelsiz bir nikbinlik değil, tarihsel bir iyimserliktir bu.
Birkaç yıldır sözü ortalıkta gezinmesine karşın kitabı yayımlanamadı
Akıncıoğlu’nun. Bunda birazda kendisinin, şiirlerini yayımlatmak
istemeyen tavrının da rolü vardı sanıyorum. Yakında günışığına
çıkacağına inandığım kitabı, Nazım Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif
gibi uzun yıllar “sır” olmuş ustalardan sonra sosyalist gerçekçi şiirimizi
yepyeni bir ufuk ve boyutlanma sağlayacaktır. Artık hep omuzlarımızın
dibinde ve
Yakından sevgilerle.
Dünya, 5 Mart 1979
EROL ÇANKAYA
Popüler Kültür ve Edebiyat, 81-84
68

M. NİYAZİ AKINCIOĞLU'NUN ŞAİRLİĞİ
1.
Daha ilk bakışta kuşaktaşlarından ayrıldığı görülüyor M. Niyazi
Akıncıoğlu'nun. Başarı derecesi bir yana, halk şiirine, halkın deyiş
özelliklerine yaklaşmaya; dile getirmeyi, okura iletmeyi amaçladığı
gerçekliği yansıtırken ondan yararlanmaya çalışıyor. Gerçi Nâzım
Hikmet, Şeyh Bedrettin Destanı'nda böyle bir deneye girişmiş, halk
şairleri gibi yazmak yerine, onların deyiş özelliklerinden yararlanmaya
kalkışmış ve büyük bir başarı da elde etmişti.
Ama onun izleyicileri, genellikle bu birikimin uzağında kalmışlar: insan-
doğa ilişkilerinin doğrudanlığının izlerini taşıyan, kendiliğinden gelme
bir şiirsel ağırlığı bulunan sözcükler yerine, kapitalistleşme sürecinin
doğal ve kaçınılmaz sonucu olan otmatikleşmenin ürünü şiirsel
ağırlıktan yoksun ve çağırışım alanları sınırlı mekanik sözcüklere
yaslanmayı yeğlemişlerdir.
69

Orhan Veli ve arkadaşları ile onların uzantısında yeralan kimi şairlerin
(sözgelimi Necati Cumalı'nın) şiirlerinde ise halkın deyişleri, bir aşma
anlayışı ve çabası çercevesinde değil de, olduğu gibi yeralmıştır. Özellikle
Oktay Rıfat'ın şiirlerinde bu tavır iyiden iyiye belirgindir. Sözgelimi
"Gelin" başlıklı şiiri, "Vay benim köse sakalım!" deyişi icin yazılmış
gibidir.
İşte M. Niyazi Akıncıoğlu, Hececilerin halk şiirini olduğu gibi sürdürme
tavırları ile Garipçilerle onların uzantılarında yeralanların halk
deyişlerini kullanmayı şiirin amacı haline getirme tavırlarını bir kenara
iteleyerek, bir aşma anlayışı ve çabası içerisinde, dışlaştırmayı
amaçladığı gerçekliği yansıtmakta bir araç olarak kullanmaya
yönelmiştir halkın deyişlerini. Salt sözcük yönünden değil, sözcüklerin
istifi ve ses yönünden de geniş ölçüde halk şiirinden yararlanmıştır:
Yürür dağlar gibi dağda;
Savrulur bir yangın gibi rüzgârda:
Gider yolda, ulam ulam;
Akar suda, oluk oluk.
Kan gelir gözlerinden,
kan gider dizlerinden.
(Köroğlu)
Yukarıdaki alıntıda göze ilişen sözcük istifi ve ses düzeninin yanı sıra,
doğrudan doğruya halk deyişlerinden alınma parçalara da rastlanır
şiirlerinde. Sözgelimi "Edirne", "Hürriyet Kasidesi", "Yaşamaya Dair ll"...
adlı şiirlerinde olduğu gibi...
Halk türkülerinden alınan bu parçalar ne Oktay Rıfat'ın şiirlerinde yüz
yüze geldiğimiz gibi şiirin amacı durumundadır: ne de Orhan Veli'nin
"Destan Gibi" sinde olduğu gibi şiir içerisinde iğreti duran uyumsuz
yamalar gibidir. Akıncıoğlu'nun şiirlerinde yüz yüze geldiğimiz halk
deyişlerinden alınma parçalar bütün içerisinde erimiş, bütünün
yansıtmış olduğu anlamla kaynaşmış durumdadır. Yani Akıncıoğlu,
doğrudan doğruya şiirlerine aktardığı halk deyişlerini, vermeyi
amaçladığı gerçekliği yansıtırken araçlaştırmayı başarmıştır.
70

Sözgelimi "Hürriyet Kasidesi" başlıklı şiirinin bir köşesine sıkıştırdığı
"Çanakkale içinde aynalı çarşı" dizesi, şiirin genel havası içerisinde
çarpıcı bir nitelik kazanmıştır. Oktay Rıfat’ta olduğu gibi devingen bir
ortam içerisinde kımıldamadan duran, cansız, duruk bir varlık olmaktan
çıkmıştır. Ortamla karşılıklı etkileşim içerisinde hem yeni bir soluk
kazanmıştır, hem de ortama soluk katmıştır...
Gelgelelim bu olumlu meziyetlerine karşın Akıncıoğlu'nun şiirlerinde
bütün güzelliğine ulaştığı söylenemez. Halk deyişlerinden almış olduğu
parcaları şiirlerinin genel havası ile kaynaştırmayı başarmasına karşın,
büyük bir şiir ustası değildir Akıncıoğlu. Parçada, dize ya da dize
kümelerinde oluşturduğu güzelliği bütünü kapsayacak bir boyuta
ulaştıramaz. Sözgelimi:
Yeşil değil rengi ümidin,
tomurcuk gül tak göğsüne.
Saçın uzun, aklın kısa sevdiğim;
gibi sözcük istifi, ses düzenlemesi ve görüntü yönünden uyumlu, kulağa
ve göze hoş gelen üç dizenin hemen ardından "yoksa mektup
beklemezdin bir kuş ağızından." gibi ses düzeni ve sözcük istifi
yönünden onlardan tüm boyutları ile ayrılan açıklayıcı bir dize getirip
öbek kurmaya kalkışır. Böylece de yer yer ulaştığı dize güzelliği, göze ve
kulağa hoş gelen, çağırışım gücü oldukça yüksek buluşları arada eriyip
giderler:
Ve bir âşık türküsüdür halimiz:
Düşman olmuş durur dağlar arada.
(Hasbihal I)
Bilmen lâzım:
güvem gözlüm, benim taşralı kızım:
Dağların hikmetini.
nadasın şehvetini;
kuşları, bulutları, akar suları.
(...)
Ve kalbinde ben olayım:

Yeni doğmuş bir çocuk gibi
orak ayında.
Mavi boncuk tak saçıma
nazar değmesin
(Hasbihal II)
Söylesem söz olur,
Söylemesem derd:
Dilimin ucunda zindanlar saklı.
Zindanlar: Sıra sıra,
Kara kara serviler ardında.
Hapishane yazar kapılarında.
(Hürriyet Kasidesi)
gibi. Bu yüzdendir ki Akıncıoğlu'nun şiirleri bir binanın karkasını
andırırlar. Karkasın sağlamlığına karşılık, işlenmemişliğinden ileri gelen
bir kabalığı vardır. Bununla beraber onun kimi dönemdeşleri gibi
şiirlerini düzyazının kuruluğuna düşürdüğü de ileri sürülemez.
Gerçekten de 1940'ların toplumsal sorunlarını dile getirmeyi, onların
gerisinde yatan nedenleri sergileyip aşılmalarını sağlamak amacı ile halk
yığınlarına seslenmeyi dert edinen şairlerin önemli bir kesimi şiirle
düzyazının giriştiği yerlerde dolaşmışlar, çoğu kez de düzyazının
kumluğuna sürüklenmekten kurtulamamışlardır.
Sözgelimi Ömer Faruk Toprak'ın İnsanlar (1943) ve Hürriyet (1945) adlı
kitaplarında -ikincisl Suat Taşer'le birlikte çıkarılmıştır- bir araya
getirdiği şiirlerinin büyük bir çoğunluğu, düzyazı kurallarına göre
kurulmuş cümlelerin bölünerek alt alta sıralanması ile oluşmuş gibidir.
Okuyanda çağırışımlar yaratarak zenginleşme olanağından ve gücünden
yoksun olan bu şiirlerin etkileyicilikleri de, kuşkusuz ki bu nitelikleri ile
orantılıdır. M. Niyazi Akıncıoğlu, büyük bir şiir ustası olmamasına karşın
bu olumsuzluğa yuvarlanmamayı başarmış; şiirlerini düzyazının
tuzaklarından korumasını bilmiştir. Bu nedenle şiirlerinin çoğu,
okuyanda çağırışımlar yaratan ve yarattığı çağırışımlarla da zenginleşen
bir yapıya sahiptirler.
72

Ancak, zaman zaman o da, diğer dönemdeşleri gibi, insanî olguları bir
"nesne" durumuna indirgemekten kurtaramamıştır kendini. Yani insanî
olguları -acıyı, sevgiyi, üzüntüyü- yer yer insandan kopararak
anlatmıştır o da. Bu şiirleri, insanî olgular ete kemiğe büründürülerek
yansıtılmadığı, belirli düşüncelerin okura "iletilmesinde" bir araç olarak
kullanıldığı için pek etkileyici değildir "Kabadayı" "Sirkeci"... gibi.
2.
Akıncıoğlu, emekten, özgürlükten ve barıştan yana, sömürüye, eşitsizliğe
ve savaşa karşı bir şairdir. Tavrını. tutumunu söz olarak, delikli demire
yenik düşen Köroğlu'nu eleştirdiği "Köroğlu" başlıklı şiirinde şu dizelerle
dile getirmektedir:
Kan damlamasa kaleminden şairin
Yazılmadık kalacaktır şarkısı,
ve türküsü yakılmadık.
Ama bu söz olarak böyledir. Çünkü Akıncıoğlu, gerçekliği yansıtırken
onun daha iyiye, daha güzele doğru açılmakta olduğunu vurgulamakla
beraber ne bu inancının maddî temelini verir. ne de bu sürecin
kısaltılmasından sözeder. Bu nedenle geleceğe olan güveni, kökeni
belirsiz bir iyimserlikle örtüşür. Giderek de bir cesit "tevekküle"
dönüşür.
Fakat seyri mâlum bizce tarihin,
mâlum ve mutlak;
Yarın aydın, yarın güzel,
yarın bizim olacak.
(Köroğlu)
Gerçi bir şiirinde, dünyanın bahtını elleri buğday ekmeği, mayıs tezeği
kokan insanların çizeceğini ileri sürmektedir. Ama bunun gerçekleşmesi
için de tankların, orduların dizbağlarının çözülmesini gerekli
görmektedir:
73

Sıktığım eller başkadır:
Buğday ekmeği,
mayıs tezeği kokar.
Katran kokar.
barut kokar.
kan kokar
Bahtını dünyamızın
şahadet parmağı çizecektir onların.
dizbağları çözüldüğü gün
tankların, orduların.
(İtiraf-ı Aşk)
Peki bu nasıl gerçekleşecektir? Tankların, orduların dizbağlarını kim
çözecektir? İşte Akıncıoğlu'nun karşılığını vermediği soru budur. Bu
yüzdendir ki onun şiirleri, yarının daha aydınlık ve daha güzel olacağına
inanmış ve bu inancı yeterli görerek dile getirmeye çalışmış bir şairin
şiirleridir. Sözde savaşkanlığına karşılık, özde savaşkan değildir şiirleri.
Evrime bel bağlayan, dönüşüm sürecinin kısaltılması icin herhangi bir
çağırıda bulunmayan, yığınların özgücünü yüceltmekle yetlnip ajite
etmeye yanaşmayan bir şairin şiirleridir...
3.
Geleceğe güvenini iyimser bir açıdan temellendirmiş olan Akıncıoğlu
teknik yönden ayrılmakla beraber, temasal yönden kuşaktaşları ile
birleşmektedir. O da yaşadığı gerçekliğin, toplumsal ve siyasal ortamın
etkisi altında kalmış ve bu etkileri dile getirmeye çalışmıştır. Geleceğe
güven ve emeğe saygı'nın yanı sıra o da diğer kırk kuşağı toplumcuları
gibi savaşa karşı, özgürlük yanlısıdır:
Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalûbelâdanberi söylenir
74

kurtlar dilinde, kuşlar dilinde
Ben onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onunla büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
(Ajans)
Aynı tutuma, "Hürriyet Kasidesi" adlı şiirinde de rastlarız. Gerçi bu
şiirde, yukarıdaki şiirde olduğu gibi, doğrudan doğruya özgürlüğün
savunusu yapılmaz. Dahası kutsallığından da sözedilmez. Ama
"mahpushane gerçeği" tüm çıplaklığı ile sergilenir. İnsanların alınteri
dökerek yaptıkları yapıların daha özgür olmalarını sağlamakta değil de,
özgürlüklerini ellerinden almakta kullanılmasını (yani yabancılaşmayı)
ustalıkla yansıtır. Bu açıdan "Hürriyet Kasidesi" sürçen, kulağı
tırmalayan bölümleri olsa da, özgürlük üstüne yazılmış güzel
şiirlerimizden biridir.
4.
Akıncıoğlu'nun asıl etkileyici şiirleri, kendini odaklaştırdığı, bireysel
duygularından yola koyulup düzene yönelik eleştiriler geliştirdiği,
geliştirmeye çalıştığı şiirleri ile özlemlerini veya inançlarını sergilediği
şiirleridir. Sözgelimi "İtiraf-ı Aşk" ve "Hasbihal ll" gibi şiirleri... Bu
şiirlerinde, şu nitelemelerle kendini tanımlayan bir kişinin tavrı
eğemendir:
Ben güneşin çocuğu, ben toprağın adamı
hatim indirmedim, âhiret bilmem:
toprak kabul etsin duamı.
Yani emeğe ve emekçiye saygılı, sömürücülerin değer yargılarına ve
alışkanlıklarına karşı...
İstemem dudakların
kan yalamış gibi rujlu,
ve yanakların paskalya yumurtası gibi
75

ekmek kadar aziz olsun.
Fakat ellerin sıcak
Ve bir kalbin olsun
herkes gibi sol yanında.
Fakat herkes gibi olma
Ve kalbinde ben olayım.
Kalbin geniş, kalbin ferah,
yedi renkli kavz-i kuzah gibi,
yağmurlu günlerin bereketini
müjdeler olsun.
(Hasbihal ll)
Akıncıoğlu’nun bu şiirleri insani bir eksen etrafında dönendiği için
etkileyicidir. Kişide çağırışımlar yaratan ve bu çağırışımlarla zenginleşen
şiirlerdir bunlar. Ayrıca kendini toplumdan soyutlamaması nedeniyle de,
bireye değgin olmalarına karşın, bireysel olmaktan sıyrılıp, toplumsal bir
boyuta kavuşmaktadırlar da.
SONUÇ
M. Niyazi Akıncıoğlu, 1940'ın toplumcu şairleri içerisinde, sözcükleri
kullanışı, dize kuruşu, imge örgüsü ve bunların bileşimi sonunda
oluşturduğu ses ile özel yeri olan bir şairdir. Halkın deyiş özelliklerinden
yararlanmayı denemesi, Garipçilerin şiiri yalnızca zekâ oyunlarından
ibaret bir hale indirgeyen tutumlarından uzak durması ve hepsinden
önemlisi de, şiirlerini yayımladığı yıllarda kimi toplumcu şairlerin
sürüklendikleri yanılgıdan, şiiri düzyazının sınırları içerisinde hapsetme
yanılgısından uzak kalması belli başlı meziyetleri. Ancak şiiri boşlaması,
şiirde ayak dirememesi yüzünden şiirlerinde göze ilişen bu olumlu
tohumları yeşertip filizlendiremez. Enver Gökçe ve Ahmed Arif, bu
girişimin hasatçılarıdır.
MEHMET ERGÜN
Yarına Doğru, Sayı 17, Nisan 1976, S. 37 – 43
76

UMUT ŞİİRLERİ
"Umut Şiirleri" M. Niyazi Akıncıoğlu'nun tüm şiirlerinin toplandığı kitap.
1979'da ölümüyle birlikte şiirlerinin bir kitapla toplanması için girişimler
olmuş, ancak 1985'te gerçekleşebilmiştir.
Akıncıoğlu, 1938 yılında ilk şiirlerinin toplandığı "Haykırışlar"ı
yayınlamış. O yıllarda şövenist duygularla yazmış, sonraları 2. Dünya
Savaşı'nın da etkisiyle toplumcu şiire yönelmiş ve günümüz
ozanlarından kimilerini de etkilemiştir. Halk şiirinden uzaklaşmış, yer
yer güzel şiiri de bulmuş. "Vatana ve Gurbete Dair" böyle bir şiir. Son
bölümü Trakya duyarlığını anımsatıyor:
Ak kağıda kara yazı yazmak
Hüner değil demiş çingene,
Sepet dibi yap da göreyim.
Ve sen nane mollam
Diyorum ki ben:
Gurbeti, vatanı bil de göreyim.
Kitabın ikinci bölümü "Selam". Aynı adlı şiirin ilk iki dizesi şiirin gücünü
gösteriyor:
Selamın geçiyor besbelli
Yeşerdi telgraf direkleri
"Hürriyet Kasidesi" söyleyişiyle bizi sarıyor:
Söylesem söz olur,
Söylemesem dert:
Dilimin ucunda zindanlar saklı
"Hasbihal" şiirinin sonunda gönlündeki sevgilinin nasıl olması
gerektiğini anlatıyor:
İstemem dudakların
Kan yalamış gibi rujlu,
77

Ve yanakların paskalya yumurtası gibi.
Ekmek kadar aziz olsun,
Fakat ellerin sıcak
Ve bir kalbin olsun
Herkes gibi sol yanında.
- Fakat herkes gibi olma
Ve kalbinde ben olayım.
Akıncıoğlu, divan ve halk şiiri motiflerinden ustaca yararlanmıştır.
O'nun ustalığı halk şiirinin söyleyiş özelliklerini başarılı olarak
kullanmasından ileri gelir. Düşünce dünyası da aydınlıktır, geleceğinden
umutludur, karamsar değildir. Arif Damar, O'nun için "Umudun Şairi"
diyor.
Genellikle 1952 sonrasında yazdıkları, kitapta "Aka Kara Demem"
bölümünde toplanmış. Eğer sağlığında kitabını yayınlatsaymış adım
"Umut Şiirleri" ya da "Kuş Kanadından" koymayı düşünüyormuş.
Bu bölümün ilk şiiri Kuş Kanadından:
Halim-selim değilim,
Baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur, dert olur halim,
Ezbere Mecnunum bazı çöllerde...
Şiirlerin tamamını okuduğunuzda yurt sonunlarının güncelliğini
koruduğunu anlıyor, sanki bugün yazılmışlar gibi bir izlenime
kapılıyorsunuz.
Damla Dergisi, 1991/ Sayı: 4
HASAN AKARSU
Şiirler Değdi Sevdaya, S. 10-11
78

UMUT ŞİİRLERİ
Niyazi Akıncıoğlu'nun şiirlerini Hacan Yayınları bir kitapta topladı. 1940
kuşağı şairlerinden olan Akıncıoğlu'nun şiirlerinin topluca
yayımlanması, edebiyat tarihimiz bakımından, ileride değerlendirecek
olan eleştirmenler için gerekliydi. Niyazi Akıncıoğlu, eğer şiirleri günün
birinde topluca basılacak olursa adını ya 'Kuş Kanadından' ya da 'Umut
Şiirleri' koyacakmış, kitaba bir önsöz yazan Ömer Can 'Umut Şiirleri'
adını yeğlemiş.
Niyazi Akıncıoğlu'nun şiirleri 1940-50 döneminde dergilerde,
antolojilerde göründüğü zaman çok sevilmişti. Kitabında bir askerlik
resmi var, '1946'da Ankara'da Yedeksubay' deniyor. Buna göre, ben
demek Niyazi'yi bu yılda tanımışım. O yıllarda kanımız birbirine kaynadı,
Suphi Taşhan, Fethi Giray, Celal Vardar, Arif Damar, şiir seven bir iki
dost daha küçük bir grup oluşturmuştuk. Bu gruba bir süre sonra
hapisten çıkınca Fahri Erdinç de katıldı. Daha kimler vardı, şimdi
çıkaramıyacağım.
79

Niyazi Akıncıoğlu'nun şiirlerini dergilerde yayımladıkça görüyorduk,
kendini askerlik dolayısıyla Ankara'ya gelişinde tanıdık. Aramızda bir
Suphi Taşhan onun eski arkadaşı idi, Bursa lisesinde okurken
tanışmışlardı. Zaten Suphi Taşhan da, Bursa'ya Ankara'dan gitmişti.
Bursa lisesinde iken edebiyat öğretmenleri, hem fizik, hem bilgi
yönünden gösterişli olan Orhan Şaik Gökyay'dır. Gerçi Orhan Şaik
Gökyay, Ankara lisesinde de bir süre öğretmenlik etti, ama biz ona
yetişemedik.
Yirmi yaşına girdiğinde yayımladığı ilk şiirlere göz atıldığında (bunları
Haykırışlar adlı bir kitapta toplamıştır) Orhan Şaik Gökyay, Nihal Atsız,
Faruk Nafiz, Namdar Rahmi Karatay'ın etkisinde olduğu açıkça görülür.
Nitekim 'Haykırışlar' kitabını da Orhan Şaik'e armağan (ithaf) etmiştir.
Hikmet Altınkaynak'la yaptığı bir söyleşi de eski tutumuna açıkça ve
korkusuzca değinir.
"... Ben Türkçüydüm, Irkçıydım, Turancıydım, Atsızcıydım lisede. Atsız
gibi şiirler yazmışım, şimdi o kitabı unuttum."
Bursa lisesini bitirip İstanbul'a geldikten sonra şiirindeki dalgalanma da
değişiyor. Bu kez de önceki davranışının büsbütün tersi, solcu oluyor.
Bizim dergilerde ve Ankara'da tanıdığımız bu solcu Niyazi'dir. Kendisi
anlatmasa sağdaki görünümlerinden hiç haberimiz olmayacaktı. Çünkü
solculuğu, daha bilinçli olarak, sağcılığını bastırmıştı. "Yeni doğmuş
gibiyiz" der. 'Kitaplarımız, defterlerimiz yeni, dünya eski bile olsa."
Halk şiirinin, divan şiirinin etkisindeydi deniyor. Doğrudur, bir şiir
denemesi yapıyordu. Yeni bir şiiri bulmak için hemen her şair, Orhan
Veli'den Atilla İlhan'a kadar bu etkilenmeyi şiirierinde denemişlerdir.
Aynı yıllarda, aynı dönemlerde birlikte denedikleri için de, kim kimin
etkisinde kalmıştır, bugün kesinlikle çıkarılamaz. Şiirleri tarih sırasına
göre düzenlemek, ondan sonraya bir yargıya varmak gerekir. Böyle
yapılmazsa kimin hakkı kime geçer bilemem.
80

Başlangıç noktası o gün değil de, bugünden alınırsa çok yanılmalara
düşülebilir. Nitekim ünlü ve değerli eleştirmenimiz Asım Bezirci bile şu
yargıya varırken ne çok yanılıyor:
"Akıncıoğlu Nazım Hikmet'ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmet
Arif'ten önce halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir." diyor.
Enver Gökçe, dost toplantılarında okuduğu birkaç şiir yazmıştı, ama
Ahmet Arif o yıllarda çok gençti, değil şiirleri adı bile duyulmamıştı. Bu
sözlerimle bugünkü durumlarına dokunmuyorum, işin başını
anlatıyorum. Divan edebiyatının tumturaklı, halk edebiyatının yumuşak
sözcüklerinden yararlanarak şiirier yazardı, ama bu etkilenme demek
miydi? "Altın yaprak, elin olsun gül memeler; ömrün tesellisidir geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya" derken bu yararlanma ve
kullanımlara rastlarız. Bu kadarı belli dönemlerde kimde yoktur ki!..
O dönemin birçok şairi gibi Niyazi de içkiye düşkündü. Başlangıçta bu
içmelerin şiirine zararı dokunmuyordu. Ama başına hapishane olayı
geldikten sonra içkisi sadece şiirine değil, her şeyine dokunur olmuştu.
Kitabında bir resim var, hapishanede çekilmiş. Bu topluca çekilen
resimde kimler yok. Niyazi, Numan Bayazıt, Zeynel İlhan, Feyzullan
Aktan, Recep Ergün, Ali Rıza Topçu u Mustafa Yörükoğlu, Hamdi İlker,
Ali Abbas Bostan, Hasan Ozkan, yazar, şair, avukatların dışında kalanlar
başöğretmen ve öğretmendirler. Hepsi de bu tutuklanmayı yenmiş,
başarı kazanmıştır.
Kitabın yayıncısı Ömer Can, Kırklareli'ne gittiğinde oğlu Dr. Tevfik'e
benim selamımı iletmiş. O da, "Kırklareli'ne gelmiş, uğramadı..." diye
sitemli. Haklıdır. Ancak bir şeyi bilmiyordum, o gelişte öğrendim. Bu on
kişiyi gammazlayıp, hapislere düşüren kişi, o gidişte, seçim gezisinde
gazeteci olarak bize rehberlik ediyordu. Nasıl gidebilirdim, az kaldık,
döndük, görev gezisiydi.
81

Kitabında saydım, uzunlu kısalı yüze yakın şiiri var. Bir şairi
değerlendirme bakımından az değildir. Zaten her şairden, şiirleri
arasında yapılan seçimle geleceğe kaçı uzanır... Niyazi'nin Edirne, Bursa
şiirleri unutulmaz örnekler arasındadır. Ötekiler incelendikçe bir şairin
güzel dizeler vermek için nasıl yorulduğu, didindiği kanıtlanır. Bu kitabın
yıllar sonrası yayımlanması bile değer bilmenin bir örneğidir. Şiirler,
şairlerin ortak malıdır. Bunlardan da nice şiirier üretilir.
MEHMED KEMAL
Cumhuriyet, 24.2.1985
82