SİGMUND FREUD VE KİŞİLİK KURAMI norm.ppt

CanizErsmer 0 views 18 slides Sep 29, 2025
Slide 1
Slide 1 of 18
Slide 1
1
Slide 2
2
Slide 3
3
Slide 4
4
Slide 5
5
Slide 6
6
Slide 7
7
Slide 8
8
Slide 9
9
Slide 10
10
Slide 11
11
Slide 12
12
Slide 13
13
Slide 14
14
Slide 15
15
Slide 16
16
Slide 17
17
Slide 18
18

About This Presentation

SİGMUND FREUD VE KİŞİLİK KURAMI norm


Slide Content

SİGMUND FREUD VE KİŞİLİK
KURAMI

Ünitenin Ana Hatları
Ünitenin Ana Hatları
1. Kişilik Nedir?
2. Freud ve Topografik Kişilik Kuramı
3. Freud ve Yapısal Kişilik Kuramı
4. Freud ve Psikolojik Savunma Mekanizmaları
5. Freud ve Psikoseksüel Gelişim Kuramı
5.1. Oral Dönem
5.2. Anal Dönem
5.3. Fallik Dönem
5.4. Gizil Dönem
5.5. Genital Dönem

8.1. Kişilik ve Tanımlar
Kişilik denildiğinde herkes ne anlama geldiğini bilir ancak; formel bir tanım
noktasında iş oldukça zorlaşır. Yine de en genel tanımı ile kişilik, bireyin iç ve dış
çevresiyle kurduğu, onu diğer bireylerden ayıran, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki
biçimi olarak tanımlanmaktadır.
 
Kişiliğin tanımını yaptığımızda diğer bireylerden ayırt edici terimini kullandığımıza
göre bireyin kişiliğini tanımlarken o bireyi diğer bireylerden farklı kılan özellikleri
ile tanımlamak gerekmektedir. Örneğin Ali’ yi tanımlarken sabah kahvaltı
yaptığını, kahvaltıda çay içtiğini söylersek Ali’ yi diğer insanlardan ayıran
özelliklerinden bahsetmiş olur muyuz? Ali’ yi diğer insanlardan ayıran ayırt edici
özelliklerinden bahsedersek Ali’ nin kişiliğinden bahsetmiş oluruz.
 
Tanımda kullanılan bir diğer terim ise tutarlılık kavramıdır. Tutarlılık kavramıyla
ise kişinin zaman içerisinde benzer durumlarda aynı davranışı sergilemesi ifade
edilmektedir. Yani genellikle yardımsever kişilik özelliği sergileyen bir kişinin sinirli
olduğu bir anda yardım etmeyi reddetmesi sonucunda bu kişi ile ilgili ”yardım
etmeyi sevmez” olarak tanımlama yapmak doğru değildir. Çünkü bireyin sık
gösterdiği davranışlar kişiliğinin bir parçasıdır.

Yapılaşmış kavramıyla ise kişiliğin birbiri ile ilişkili birçok örüntüden meydana geldiğini
ve bu örüntünün sistemleri arasında bağ olduğu ifade edilmektedir. Örneğin bir birey “iyi
kalpli, yardımsever, sakin, uysal, ailesine düşkün” olarak tanımlandığında bu tanım
içerisinde herhangi bir çelişki bulunmamaktadır. Ancak birey “iyi kalpli, huysuz, uysal,
geçimsiz, son derece saygılı ve saldırgan” olarak tanımlama yapmak ise oldukça
zordur. Böyle bir tanımlama sağlıklı bir kişilik örüntüsü değildir.
 
Kişilik tanımında kullanılan bir diğer özellik ise iç ve dış çevre ile ilişki kurma biçimidir.
Çünkü bireyin hem kendi duygu ve düşünceleri ile hem de çevresinde meydana gelen
olayları, insanları ve nesneleri algılama biçimi ve bunları değerlendirme biçimi de
kişiliğinin bir parçasını oluşturmaktadır.
 
Kişiliğin tanımından da anlaşılacağı üzere kişilik, doğuştan getirilen genetik özellikler ile
sosyal, kültürel ve psikolojik çevrenin etkileşimi ile oluşan karmaşık bir bütündür.
Kişiliğin oluşmasında kalıtım ile çevrenin etkisini birbirinden ayırmak neredeyse
olanaksızdır. İnsanların saç renkleri ve göz renkleri ile cinsel ve duygusal özellikleri
kalıtımla gelmektedir.

Zekâ, müzik ve resim gibi özel yetenekleri de kalıtımla doğuştan gelmektedir.
Doğuştan gelen bu özellikler çevre ile etkileşerek gelişir ve kişiliği şekillendirir.
 
Anne baba tutumları da yine bireyin kişiliğini oluşturan diğer bir önemli faktördür.
Ayrıca ailenin ve bireyin içinde yaşadığı toplumsal ve kültürel yapı da kişiliği
şekillendirmektedir.
Kişiliğin şekillenmesinde bir diğer önemli faktör de okuldur. Okulun bu işlevi nedeniyle
öğretmenin öğrencinin olumlu kişilik özellikleri ve istenilen davranışları geliştirmesi için
uygun eğitim ortamı hazırlamalı ve çocuğun kişilik gelişimi desteklemelidir.
 
Karakter, huy veya mizaç, tutum ve benlik gibi kavramlar da kişilik kavramı ile birlikte
kullanılmaktadır. Kimi zaman ise kavramlar kişiliğin yerine kullanılmaktadır. Bu
kavramlar da kişiliğin ayrılmaz birer parçasıdır.
 

Karakter: Kişiliğin ahlaki ve sonradan edinilen boyutudur ve bireyin toplumun
değerlerine uygun davranış gösterme özelliğidir. Yani kişiliğin ahlaki/toplumsal
yönüdür. Karakter doğuştan getirilmez ve yaşantıyla çevreden kazanılır ve eğitimle
şekillenir. Dürüstlük, sevecenlik, sahtekârlık, sorumsuzluk gibi.
Huy (mizaç): Kişiliğin biyolojik ve fizyolojik yönüdür. Kişiliğin bu yönü doğuştan
getirilir ve değiştirilemez. Sinirlilik, neşelilik, içe dönüklük, dışadönüklük, soğukkanlılık
gibi.
Tutum: Bir bireyin belli bir objeye veya bir kimseye karşı zihinsel açıdan hazır oluş
durumu veya belli bir biçimde vaziyet alışıdır. Başka bir deyişle bireylerin belli
objelere, durumlara, kişilere ve olaylara karşı geçirdiği çeşitli deneyimler
sonucu düzenli bir tavır alışları ve davranış biçimleridir. Çeşitli nedenlerden ötürü
bir kimse bir sanatçıyı, bir şarkıyı, bir siyasi partiyi veya bir restoranın yemeklerini
beğenmeyebilir. Bu kişinin bu söz konusu tutumunun tutarlılık göstermesi
gerekmektedir.
•Benlik: İnsanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının bütünü, insanın kendisini tanıma ve
değerlendirme şeklidir ve kişiliğin öznel yanıdır.
Benlik kavramını daha iyi anlamak için, insanın kendisine sorduğu sorulara yine
kendisinin içtenlikle cevap vermesi gerekir.

• Ben neyim?
•İnsanın kendisini tanıması için öncelikle bu soruya cevap araması gerekir.
(Ör: Çirkinim, Akılsızım, Güzelim, Akıllıyım)
•Amaç ve Hedefim Nedir?
Bu soru ile kişi toplumsal yaşamdaki statüsü, rolü ve saygınlığını tespit
etmektedir. Yani benliğinde kendisini nasıl görmek istediğini, kendisine nasıl
bir değer biçtiğini belirlemeye çalışmaktadır.
•Ne yapabilirim?
Bu soruyla kişi kendi kapasitesini belirlemeye çalışır. (Ör: İyi koşarım, yüzerim,
çok çalışırım, iyi espri yaparım, Kriz durumlarında çözüm üretmekte
başarılıyımdır vb.)
•Doğru ve Yanlış Olanlar Nelerdir? Değer Yargılarım Nedir? İnançlarım
Nelerdir?
Bu sorulara verilen cevaplarla kişi içinde yaşadığı sosyal çevreden kendisine
göre edindiği değerler sistemini tanımaya çalışır.

Benliğin günlük davranışlarımızın ve yaptığımız işlerin üzerinde önemli etkileri
vardır. Çünkü benlik içimizde bizi denetleyen, gözetleyen, yargılayan,
değerlendiren ve bunların sonucunda nasıl davranmamız gerektiğini
belirleyen içsel bir güçtür.
İnsanın ruh sağlığı için, benlik tasarımı (ideal benlik) ile gerçek yaşantılar
arasında bir dengenin sağlanması gerekir.
İnsan ideal benliğe ne kadar uygun hareket ederse, o derece sosyal
yaşamında huzurlu olacaktır.

Kişiliğin ve kişilik bileşenlerinin pek çok tanımı yapılmış ve kişilik gelişimine ilişkin birçok kuram ileri
sürülmüştür. Kişilik gelişimi açısından psikolojiye en önemli katkıyı psikanalizin kurucusu Freud
yapmıştır.
8.2. Freud ve Tografik Kişilik Kuramı
Sigmund Freud 1856-1939 yılları arasında yaşamış Avusturyalı nörolog ve psikiyatristtir. Freud
kişiliğin yapısına ve gelişimine ilişkin açıklamaları psikoanalitik kuram, geliştirmiş olduğu ruhsal
tedavi yöntemi ise psikanaliz olarak isimlendirmiştir. Freud’ un kuramı ve geliştirmiş olduğu ruhsal
tedavi yöntemi geliştirildiği yıllarda ve sonrasında fazlasıyla eleştirilmiş olmasına rağmen pek çok
kişilik kuramcısına da ilham vermesi açısından çok önemli bir kuramdır.
Freud kişilik gelişimi bakımından ilk çocukluk yıllarındaki yaşantıların önemini vurgulamıştır.
Bu kurama göre gelişim dönemlerinin kendine özgü temel ihtiyaçlarının ebeveynler ta ya da bakım
verenler tarafından zamanında ve uygun düzeyde karşılanıp karşılanmaması sağlıklı kişilik
gelişiminde önemli bir faktördür. Özellikle yaşamın ilk yıllarında bu ihtiyaçların karşılanmaması
neticesinde ilerleyen yaşlarda normal olmayan davranış biçimlerinin ortaya çıkması söz konusu
olmaktadır.
 

Freud’a göre insan, Eros ve Thanatos olmak üzere iki temel dürtüyle dünyaya
gelmektedir. Eros, yeme, içme, cinsellik gibi yaşamı devem ettirmeye yarayacak
bedensel bütün ihtiyaçları karşılayan aktiviteleri yönetir ve hayatta kalmayı sağlar.
Thanatos, dövüşme, öldürme, mazoşizm (kendine acı ve zarar verme) gibi
davranışlarla ifade edilen yok edici bir güçtür.
Bu iki temel güdü bireyin toplum içerisinde uyumunu güçleştirdiği için; çocuğun
sosyalleşmesinde etkili olan başta ebeveynler olmak üzere yetişkinler tarafından
sürekli baskı altında tutulur. Toplumca onaylanmayan bu güdülerin bilinç düzeyinde
durması bireyde rahatsızlık yaratacağı için bu güdüler bilinçdışına itilir. Bilinçdışına
itilmiş bu cinsellik ve saldırganlık içerikli süreçler burada kaybolmaz ve bireyin
davranışlarını etkilemeye devam etmektedirler.
Freud kişiliği önce bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı kavramları ile açıklamaya çalışmış
yani aslında bir tür bilinç sınıflaması yapmıştır. Topografik Kişilik Kuramı adını verdiği
bu kuramda kişiliğin bilişsel etkinlikleri ön planda yer almıştır.

Freud kişiliği bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı olmak üzere üç bölgeye ayırarak
açıklamıştır..
Bilinç; bireyin farkında olduğu yaşantıları içeren düzeyidir. Yani çevreden gelen
uyaranların farkında olduğu, tanıdığı, algıladığı yaşantılar bilinç düzeyinde yaşanır.
Dolayısıyla gerçeklikle uyum sağlayan ve mantıksal düşüncenin baskın olduğu bölümüdür.
Bilinç öncesi; insanın ruhsal yapısının derinliklerinde kapalı bir anı deposu olarak da
kabul edilen, artık işe yaramayan unutulmuş yaşantıların bulunduğu bilinç ile bilinç dışı
arasındaki ara bölümüdür. Freud bilinçdışı kavramını ortaya koyduktan sonra, farkında
olamadığımız ancak biraz uğraşsak tekrar bilinç düzeyine getirebileceğimiz yaşantıların
olduğu bölümü bilinç öncesi olarak tanımlamıştır. Bilinç öncesinde yer alan yaşantıların
hatırlanabilmesi için biraz üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.
Örneğin ilkokul yıllarının ilk gününün detaylarını şu an tam olarak hatırlayamayabiliriz,
çünkü bu bilgiler bilinç öncesinde depolanmaktadır. Ancak biraz uğraşırsak bu bilgileri
tekrar bilinç düzeyine çıkarabiliriz. Ya da en son on beş yıl önce gördüğünüz bir mahalle
arkadaşınıza rastladığımızda onun adını hatırlamakta zorlanabiliriz. Ancak biraz üzerine
düşündüğümüzde hatırlayabiliriz.

Bilinçdışı; kişilik yapısının en büyük bölümüdür ve bilinçli algılamaların
dışında kalan tüm zihinsel olayları ve dürtüleri barındırır.
Kişinin kendi özel çabası ile bilinç düzeyine çağrılamayan ruhsal
süreçleri içerdiği için zihnin derinliklerinde yer almaktadır. Burada bireyin
farkında olmadığı arzuları, istekleri, dürtüleri, düşünceleri, duyguları ve
yaşantılarını içeren düzeydir ve burada yer alan yaşantılar asla yok
olmazlar ve enerjilerini korumaya devam ederler.
Biz farkında olmasak da bilinç-bilinç öncesi ve bilinçdışı sürekli etkileşim
halindedir ve Freud'da göre gündelik yaşantıların birçoğunun kaynağı
yani davranışlarımızı yönlendiren güçler bilinç dışında yer almaktadır.

8.3. Freud ve Yapısal Kişilik Kuramı
Topografik modeli geliştirmiş olan Freud, zaman içinde tek başına bu modelin
kişiliği açıklamaya yetmediğini düşünmüş ve bu modelin destekleyicisi olarak,
“yapısal kişilik kuramı”nı geliştirmiştir. Yapısal kişilik kuramına göre, kişilik üç
birimden oluşmaktadır. Bunlar, id (alt-benlik), ego (benlik) ve süperego (üst-
benlik) dur.
Freud, doğduğumuzda tek bir kişilik yapısının, alt benliğin (id) var olduğunu
söylemiştir.
İd (alt benlik), kişiliğin en ilkel yönünü oluşturmakta ve daima haz ilkesine göre
hareket etmektedir.
Haz ilkesi çerçevesinde hareket eden gerçek dışı ve mantık dışı istek ve
arzularları içerir.
Aynı zamanda bireyin içsel dürtülerinin her ne pahasına olursa olsun derhal
doyurulması konusunda ısrarcıdır. Başka bir deyişle herhangi bir fiziksel ve
toplumsal sınırlamayı dikkate almaksızın, yalnızca kişisel tatmin sağlayacak
şeylerle ilgilenir.

İd kişiliğin doğuştan var olan bölümüdür. İdin işleyişi ile ilgili en belirgin örneklere
bebeklerde karşılaşılmaktadır. Bebekler, belli bir aydan sonra, herhangi bir nesneyi
gördüklerinde onu almak isterler. Elleriyle tutmak için o nesneye uzanırken, gerçeklik
ilkelerine henüz yabancı olduklarından, kendilerine zarar verebilecek bir durum
oluşup oluşmayacağı konusuyla ilgileri yoktur, yalnızca idden gelen dürtüleri tatmin
etmek üzere hareket ederler. Birey büyüdükçe, ego ve süperego oluşmaya başlar.
Ancak idden gelen dürtüler yok olmaz, yalnızca farklı biçimlerde ortaya konmak
üzere bireyin denetimi altına girer.
Ego ise; id’ i denetim altında tutmaya çalışan kişilik birimdir ve kişiliğin gerçekçi ve
mantıklı yönüdür. Gerçeklik ilkesi çerçevesinde hareket eder.
Ego çevreyle iletişime geçen çocukta kişilik yapısının ikinci bölümü olarak oluşmaya
başlamaktadır. Egonun gelişmesi aynı zamanda, çocuğun gerçek dünyayla
alışverişe geçme gereksinimini simgelemektedir.
Ego kulağa kararları veren ‘’ana yönetici’’ gibi geliyor olabilir ancak, Freud egonun
bu tanımdan daha zayıf olduğunu düşünmektedir. Onun yerine, ego ‘’atın üstünde
oturan ve atın üstün kuvvetini kontrol altında tutmak zorunda olan adam’’ figürüne
benzetilmiştir. Bu tanımda at, bütün enerjiyi sağlayan id’ dir. Binici onu kontrol
etmeye çalışır fakat, daha güçlü olan at bazen nereye gitmek istiyorsa oraya gider.

Çocuk büyüdükçe ve dış dünyanın gerçeklikleri ile yüzleştikçe hazza ulaşmada bazı kuralların olduğunu
öğretir. Egonun asıl görevi düzenlemedir. Bu nedenle "düzenleyici dizge" adını da bazıları uygun görmektedir.
Ego, insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. Bir
anlamda ego, dış dünyanın gerçekleri ve iç dünyanın haz arayışı arasında dengeyi sağlayan araçtır.
Bu dengenin sağlanması için ego bazı yetilerle donanmıştır:
1) Dürtülerin farkına varılması, algılanması (açlık, cinsellik)
2) Dış dünyadaki koşulların farkına varılması (yiyecek nerede, nasıl ulaşılır; cinsellik nerede nasıl ulaşılır)
 
3) Dürtülerin üstbenliğin baskısıyla koşullara uyacak niteliğe getirilmesi (ekmek almak için para verilir,
çalınmaz; cinsellik için toplumsal kurallara uyulur ve gelişi güzel yaşanmaz)
 
4) İstemli ve uyumcul davranışın eyleme geçirilmesi.
 
 

Süperego; beş yaş civarında kişilik yapısının üçüncü bölümü olan
süperego, bir başka deyişle üst-benlik gelişmeye başlar.
Süperego toplumun “doğru” ve “yanlış” kararlarının ve değer yargılarının
depolandığı bölümdür. Bu değer yargıları çoğunlukla kişinin anne ve
babasından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamaları ile pekişen
özellikleridir.
Süperego haz almaktan daha çok mükemmel olmak için çalışır.
Davranışları sürekli süzgeçten geçirerek “bu yaptığın doğru, aferin sana”
ya da “bu yaptığın yanlış, utan kendinden” mesajları verir.
Çocuk doğduğunda ayıp, yasak, günah, başkalarının hakkı, saygı gibi
kavramlara sahip değildir. Haz ilkesi yaşamını yönlendirir. Ancak biraz
büyüyüp haz ilkesini devam ettirince anne ve baba tarafından sosyal
olarak uygunsuz davranışlar gösterdiğinde cezalandırılır. Çocuk artık bir
yaramazlık yaptığında anne-babasının davranışını duyup-görüp
cezalandırılacağını düşünerek davranışından çekinir. Çocuk biraz daha
büyünce anne-baba yanında olmasa bile otomatik olarak uygunsuz
davranışı yapmaktan vazgeçer.

Çünkü anne-baba artık onun dışında birileri değildir. Artık anne-baba
içselleştirilmiş ve çocuğun zihninin bir parçası olmuştur. Nereye giderse gitsin
anne-baba zihninin içerisinde onunla gelecektir. Yargılayıcı dizge dediğimiz
superegonun insan yaşantısındaki belirtisinden biri "suçluluk duygusu’’ dur.
Çocukluk döneminde gördüğümüz korku ve utanç duyguları ise superego
gelişiminin belirtilerindendir.
Süperegonun insan yaşantısındaki bir diğer yansıması da vicdandır. Örneğin,
bu değerleri yeterince almış bir kişi, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir
yaşlıya yardım ederken, süperegosu gelişmemiş başka biri, otobüste ayakta
kalan bir yaşlının bu durumundan hiç rahatsız olmadan yerinde oturmayı
sürdürebilir.

İdden gelen dürtülere karşı koyamayacağını hisseden biri nasıl gerginlik duyarsa, süperegonun fazla
baskısını hisseden biri de suçluluk ya da utanç duyabilir. Örneğin, her yıl bir yardım kuruluşuna bağış
yapan biri, o yıl geçerli bir nedenle bağış yapamadıysa, bunun toplum tarafından rahatlıkla hoş
görülebilecek bir durum olduğu düşünülebilir. Ancak kişi gereğinden fazla katı bir tutumla değer
yargılarına bağlı yaşıyorsa, kendisini bu yüzden suçlu hissedebilmektedir.
Bir insanda bu kişilik bölümlerinden hangisinin ağır bastığı gözlemlemek mümkündür. Toplumsal
kuralları hiçe sayan, kafasına estiği gibi davranan bireylerde idin baskın olduğunu; sürekli ahlak
kurallarını ve başkalarının ne diyeceğini dikkate alan ve kurallara sıkı sıkıya bağlı kişilerde
süperegonun baskın olduğunu; sürekli olarak akılcı olmaya çalışan bireylerde ise egonun baskın
olduğunu söyleyebiliriz.
Tags